Bu kitap cevaplarının bizimle alakası olmayıp tamamen internetten derlenmiştir.
12.Sınıf Dil ve Anlatım 2010 - 2011 Yeni Müfredat Kitabı Cevapları İçin Buraya Tıklayınız!
sayfa 3
hazırlık çalışmaları
1)Toplumdaki olayların etkisiyle sanatıçının iç dünyasını yansıtma isteği
2)Yazarlar yaşadıkları dönemden etkilenirler.
3)Sanat eselerinin ilerlemede ne kadar önemli olduğunu söylüyor.
Sayfa 8
1)Kişi,yer,zaman,olay
2)Cumhuriyet dönemi yıllarında yazılmıştır.(2. Dünya Savaşı olabili.)Gerçekçiliği yansıtıyor.
3)Kişi kendisini olayın içinde hisseder ama tiyatroda farklı hem görsel hem de işitsel.
4)Dil ötesi işlevinde.Çünlü bu bir sanat metnidir.
3. etkinlik
1)1. metin savaş sonrası halkın çektiği yoklugu anltmıştır.2.metinde zamanın içinde akıp gittiğini,3. metinde realizm hakkın da bilgi vermiştir.
2)Realizm metninde ileti dogrudan verilmiştir.
3)İletisi dogrudan olan metinler sanatsal değillerdir.iletsi dolaylı yoldan olan metinler ise sanatsal metinlerdir.
4. etkinlik
-Kaymaklı tavuk göğsü:dil ötesi(sanatsal)
Realizm:Göndergesel
-Yazılış amaçları farklı olduğundan işlevleri farklıdr.
sayfa 9
5. etkinliği
sıır 1926yılında yanı cumhurıyetın ılanından sonra yazılmıştır. cumhurıyet donemınde saırler anadoluya yonelıse geçiş yapmıslar ve anadoluya yonelerek halkın yasayıslarını dıle getırmıslerdır bu bakımdan saır bulundugu donemden etkılenmıs ve anadoluyu konu etmıstır her eser bulundugu donemın ızlerını tasır umarım ısıne yarar
SAYFA 10
DİLLE GERÇEKLEŞTİRİLEN SANA ETKİNLİKLERİ :
1)ANLATMAYA BAĞLI METİNLER=FABL,MASAL,HİKAYE,ROM AN
2)GÖSTERMEYE BAĞLI METİNLER=TİYARTOa)KOMEDİ,b)TRA JEDİ c)DRAM d)ORTA OYUNU,e)KÖY SEYİRLİK OYUNU.
KENDİNİ COSKUYLA İFADE ETMEYE BAĞLI TÜRLER=ŞİİR
Dille gerçeleştirilen sanat etkinlikleri
Anlatmaya bağlı edebi türler
-Hikaye
-Roman
-Destan
-Masal
-Fabl
Göstermeye bağlı edebi metinler
-Tiyatro
-Bale
-Sinema
Kendini coşkuyla ifade etmeyebağlı türler
-Şiir
-Müzik
SAYFA 11
11.ETKİNLİK-->MASAL=SANATSAL
FIKRA=ÖĞRETİCİ
DENEME=ÖĞRETİCİ
HİKAYE =SANATSAL
FABL =SANATSAL
ELEŞTİRİ=ÖĞRETİCİ
BİYOGRAFİ=ÖĞRETİCİ
ROAMN,ŞİİR ,TİYATRO=SANATSAL
12. etkinlik: yazar sözcükleri bir araya getirir ve onlardan anlamlı cümleler elde eder. Bu cümlelerin içerisine kendi duygu ve düşüncelerini yansıtır. Özgün bir yapıt oluşturur.
13. etkinlik: toplumun zihniyet ve geleneği vardır. Sanatçı bu zihniyet ve gelenekten sanat eserini oluşturur. Sanat eseri de topluma dönerek o dönemin zihniyet ve geleneğini yansıtır.
SAYFA 12
SANATSAL(1.BOŞLUK)
ZİHNİYET(2.BOŞLUUK)
2.SORU=1.DOĞRU 2.YANLIS
3.SORU=C SIKKI
4.SORU=E SIKKI
5.SORU= C SIKKI
SAYFA 13
Şiirsel (1.BOŞLUK)
2.SORU=DOĞRU
3.SORU=B SIKKI
4.SORU=A
5.SORU=D
6.SORU=C Yoğunluk
7.SORU= SORU YANLIŞ
8.SORU=C SIKKI
9.SORU=C SIKKI
10.SORU=A SIKKI
Fabl Konusu ( sayfa 17 18 19 20 21 22 23 24 soruların Cevapları )
1.”Kurt gibi acıkmak,kurt gibi kocamak,it itin ayağına basmaz,kurt puslu havayı sever,itle dalaşmaktansa dağı dolaşmak daha iyidir.” deyim ve atasözlerinde hayvanlara yer verilmesi ahlaki değerlerin insana ait özellikler çevresinde hayvanlarla sembolleştirilmesinden kaynaklanmaktadır.
2.Çünkü fabllarda düşsel olay ve kişileryardımıyla insanlara özgü davranış,değer,düşünce,ve tutumlar dile getirilir.
İnceleme-
fabl örneği:
Karga İle Tilki
Bir dala konmuştu karga cenapları;
Ağzında bir parça peynir vardı.
Sayın tilki kokuyu almış olmalı,
Ona nağme yapmaya başladı:
“-Ooo! Karga cenapları,merhaba!
Ne kadar güzelsiniz,ne kadar şirinsiniz!
Gözüm kör olsun yalanım varsa.
Tüyleriniz gibiyse sesiniz,
Sultanı sayılırsınız bütün bu ormanın.”
Keyfinden aklı başından gitti bay karganın.
Göstermek için güzel sesini
Açınca ağzını,düşürdü nevalesini.
Tilki kapıp onu dedi ki: “Efendiciğim,
Size güzel bir ders vereceğim:
Her dalkavuk bir alığın sırtından geçinir,
Bu derse de fazla olmasa gerek bir peynir.”
Karga şaşkın,mahcup,biraz da geç ama,
Yemin etti gayrı faka basmayacağına.
SORULARIN CEVAPLARI-
1.Verilen fablın amacı bir ahlak dersi vermektir.
2.okuduğumuz fabl lar hakkında;fablda övücü sözlere kanmamak gerektiği düşüncesi aslan,tilki,ve geyiğin yaşadıkları ile somutlaştırılmıştır.
3.aslan ,tilki birde geyik adlı metindeki olay örgüsü:
.tilkinin aslanın mağarasına gelmesi
.tilkinin geeyiğin yanına gitmesi
.tilki ve geyiğin aslanın yanına gitmesi
.geyiğin kaçması
.tilkinin tekrar aslanın ynına gelmesi
.tilkinin tekrar geyiğin yanına gitmesi
tilki ve geyiğin aslanın yanına gelmesi ve sonunda geyiğin ölmesi
4.verilen fablda geçen aslan,tilki,geyik,mağara,orman gibi sözcükler somut dünyada gerçekliği olan unsurlardır.fakat bunlar yazar tarafından hayal gücünün de etkisiyle mtinde kurmaca gerçeklik haline dönüştürülmüştür. metinde olay örgüsü bu nedenle gerçeklik taşımamaktadır.
5.metinde ki kahramanlar aslan,tilki,çobanlar ve geyiktir.aslan gücü,tilki kurnazlığı,geyik de saflığı simgelemektedir.çobaanlar ise yardımcı karakterlerdir.
6.metindeki mekanlar genel olarak orman ve aslanın mağarasıdır.bu mekanlar metinde olayların geçtiği yerlerdir.fabldaki kahramanlar düşünülünçe mekanla bir birlik sağlandığu görülmektedir.
7.metinde herhangi bir zaman ifadesi bulunmamaktadır.fakat metindeki -mış lı ifadeler göz önünde bulundurulursa metinin geçmiş bir zamanda kaaleme alındığı söylenebilir.
4.ETKİNLİK-
Aslan, Tilki bir de Geyik adlı Metin öyküleyici anlatım türü ile kaleme alınmıştır.
Bunun dışında yazarın “Dünyada kendini beğenmeyen mi vardır?” ifadesi taartışmacı ve metnin son paragrafı ise yazarın kişisel düşüncesi göstermesi dolayısıyla öznel anlatımada örnek olabilir.
Farklı anlaatım türlerini barındıran metin parçalarını birleştiren unsurumuz ise tema dır.
5.ETKİNLİK-
Metinde ilk dört satır serim.son paragrafa kaadar olan bölüm düğüm.son paragraf ise çözüm bölümüdür. bu bölümler anlam bakımından tema etrafında birleşerek tema yı oluştururlar.
SORU 8 -
Metinde kahramanların simgelendirdikleri durumlar -güç,kurnazlık,saflık-ile hareketleri örtüşmektedir.
6.ETKİNLİK:MEŞE İLE SAZ İKİ KATIR-
meşe ile saz metninin teması görünüşe aldanmak,iki katır metninin teması ise büyük başın büyük belası olur geerçeğidir.
farklı metinlerde aynı temanın işlenmesi,temaanın evrensel olduğun ,değişmez ahlaki değerler ve insana ait özellikler çevresinde yoğunlaştığının göstergesidir.
7. ETKİNLİK TABLO-
AKICILIK - metin akıcıdır - tilkiyi pek severmiş,onu da yanına çağırıp ahbaplık etmiş.
DURULUK AÇIKLIK-duru ve açıktır–tilki böyle söyleyince geyik inanıverdi.
YALINLIK-yalındır-geyiğin tüyleri diken diken olmuştu.
ÖNEMİ: verilmek istenen iletinin okuyucuya ulaşması açısından çok önemlidir.
9:dil göndergesel işlevi ve heyecanı dile getirme işlevi ile kullanılmıştır.
8.ETKİNLİK -
İSİM:aslan,tilki,geyik,korkak, hasret,orman,
ÇEŞİDİ:basit,basit,basit,türem iş,basit,basit
SIFAT:tatlı,uzun,şu,kuzu,bir,yaralı
ÇEŞİDİ:türemiş,türemiş,basit,b asit,basit,türemiş
ZAMİR:ben,sen,biz,ne,o,bura
ÇEŞİDİ:basit,basit,basit,basit ,basit,birleşik
AMACI:metinde kullanılması anlatımın eksiksiz olarak gerçekleşmesidir.
ANLAMA VE YORUMLAMA-
1.fabllar,ahlak dersi vermeyi esas alaan,temaları evrensel olarak blirleyen ve kahramanlarını insan olmayan varlıklardan seçen bir tür olarak özellikle çocukların eğitimi açısından önemlidir.
2.fabl kahramanlaarının insan olması ,fabl ın dikkat çekici özelliği olan sembolizasyonun sebep olacağından dikkat çekiciliği azaltacaktır.
3.fabllarda,çizgi film ve animasyonlar arasında insan dışındaki varlıkların kahraman olmaları yönüyle ilgili kurulabilir.fakat tema bakımından günümüzde böyle bir ilgi tam anlamıyla kurulmaz.
9.ETKİNLİK-
İstediğiniz herhangi bir temada fabl yazabilirsiniz. Fablınızı yazarken seçeceğiniz kahramanların neyi temsil ettiğine dikkat ediniz.
10.ETKİNLİK-
Fabllardan aldığınız öğütleri poster haline getirirken temaların evrensel olduğunu unutmayınız.
11.ETKİNLİK-
Fabl:
Bir tür küçük öyküdür. Olaya dayalı bir anlatımı vardır. Hayattan alınan küçücükkesitler, hayvanlar ya da bitkiler arasında geçmiş gibi anlatılır. Bugün daha çok çocuk edebiyatında yer alan fabllerin, toplumu eğitici; örneklendirme ile kötü davranışlardan caydırıcı özelliği ile eskiden büyükleri eğitmede de anlatıldığı sanılmaktadır.
Fabllerde soyut konular, olay plânıyla hem somutlaştırılarak hem de hareket kazandırılarak işlenir. Olaylar bizi güldürürken eğitir. İnsanlar arasında geçen iyi-kötü, cesur-korkak, dürüst-ikiyüzlü, gözü tok-aç gözlü… vb. çatışmalar; bu niteliklerinyakıştırıldığı hayvan kahramanlar arasında geçmiş gibi gösterilir.Fablin de dört ögesi vardır; kişiler, olay, zaman, yer.
Dünyanın en ünlü fabl yazarları Ezop ve Jean de La Fontaine’dir. Ezop’un fablları İ.Ö. 300 yılında derlenerek yazıya geçirilmiştir. ABD’li James Thurber ve İngiliz George Orwell çağdaş fabl yazarlarıdır.
ÖLÇME VE DEĞERLENDİRME
1……kişileştirme ve konuşturma…..
……Beydaba,Aisopos,Lafonta ine….
2.D-D
3.D
4.D
5.C
6.A
7.D
8.D
9.A
Masal Konusu ( sayfa 25 29 30 31 32 33 34 35 36 Etkinlikler ve Soruların cevaplar )
HAZIRLIK ÇALIŞMASI
1. Soru: “Dev, cin, peri, Zümrüdüanka, Kafdağı” kelime ve kelime grupları size neleri çağrıştırmaktadır?
Cevap:Bu kelime ve kelime gurupları olağan üstü varlıkla efsanevi bir dağı çağrışmaktadır.
2. Soru:Okuduğunuz veya seyrettiğiniz, içinde olağanüstü olaylar ve varlıklar bulunan bir eser sizi nasıl etkiler? Düşüncelerinizi sözlü olarak ifade ediniz.
Cevap:İçinde olağan üstü olaylar ve varlıklar bulunan bir eser.hayal gücümüze de hitap ettiğinden bizi heyecanlandırır.
İNCELEME
1:masallar olay örgüsü,kişiler,zaman ve mekan unsurlarından oluşturduğu bir yapıya sahiptir.masallardaki olaylar,kişiler ve mekanlar olağanüstü niteliklere sahiptir ve çoğu zaman hayali bir özellik göstermektedir.zaman ise belirsiz bir dilimdir.masallarda iyi-kötü,haklı-haksız gibi zıtların birlikteliği ve çatışması söz konusudur.halk masalları anonim bir özellik gösterir ve kuşaktan kuşağa sözlü gelenekle aktarılır.
2: olay örgüsü
-padişahın karısının ölmesi
-padişahın kara vezirin kızıyla evlnmesi
-kara vezirin kızının padişahın kızına kara sürmesi
-kara vezirin kızının üç şehzadeyi kuşa çevirmesi
-padişaahın kızının ,kardeşlerini bulmaya gitmesi ve onlarla buluşup dağların ötesinde bir yere uçması
-padişahın kızının iyileşmesi ve rüya görmesi
-bir padişah oğlunun sedef kızı görüp saraya götürmesi
-sedef kızın öldürülmek istenmesi
-üç şehzadenn insana dönüşmesi
-sedef kızın padişahın oğluyla evlenmesi
masaldaki bu olay örgüsü,masalın yapısını oluşturan temel unsurdur.
6.ETKİNLİK
sedef bacı adlı masalın birinci paragrafı serim,diğer parağraflar düğüm,son üç parağraf ise çözüm bölümüdür.
7.ETKİNLİK
sedef masalında ki karşılaşmalar
-sedef bacının karaa vezirin kızıyla karşılaşması
-sedef bacının padişahın oğluylaa karşılaşması
——masallardaki karşılaşma ve çatışmalar,masalların vermek istedikleri iletiyi okuyucu veya dinleyiciye ulaştıran,onun ilgisini ve dikkatlerini ayakta tutan ve masalın yapı unsurlarının birleşmesine yardımcı olan en önemli unsurdur.
8.ETKİNLİK
masaldaki kahramanlar
iyi-kötü
haklı-haksız
güzel-çirkin
yardımcı-saldırgan
korkak-cesur
dürüst-hilekar
cimri-yardım sever
bahtlı-bahtsız
şeklinde sınıflandırılır.bu ifadeler insana özgü durumları ifade etmektedir.
SORU3:masaldaki mekanlaar:saray,dağ,diğer saray,has bahçe.bu mekanlar masalda olayın geçtiği yer ler olarak karşımıza çıkmaktadır.
10.ETKİNLİK
sedef baacı masalında bir varmış bir yokmuş ,altı ayla bir göz,şafak sökerken,sabah sabah,akşam üstü,bir gün,gün akşam olmadan,o akşam,kırkgün kırk gece, gibi belirsiz zaman ifadeleri vardır.bu ifadeler saat ve takvimle ölçülebilen zamandan farklı olarak masalın olağan üstü durumuna katkıda bulunmaktadır.
SAYFA 32
SORU4: Sedef bacı masalında herşeyi bilen vee herşeye hakim olan ilahi bakış açısına sahip bir anlatıcı bulunmaktadır
11.ETKİNLİK
Masalı istediğimiz bir yaşam biçimi ve insan ilişkisi üzerine kurduğumuzda olağan üstü unsurların kalkacağını unutmamalıyız.Bu sebeple masallar özgün halleriyle gerçeklik taşımazlar.
12.ETKİNLİK
sedef bacı masalı tekerlemeyle başlayıp yine tekerlemeyle bitmiştir.bu özellik masalların okuyucu ya da dinleyici karşısında dikkat çekmesini sağlar.
SORU5
Sedef Bacı masalında öyküleyici beetimleyici ve olağaan üstü durumların nlatıldığı kısımlarda fantaastik yani düşsel anlatımdan yararlanılmıştır.
SORU 6:
Masalda göndergesel işlev hakimdir.
7:Masallar olağanüstü,kişiler,zaman,ve mekandan oluşan bir yapıya ve belirli bir temadan etrafında birleşen brimlere sahip olmaları dolayısıyla sanat metni özelliği gösterrler.
13.ETKİNLİK
-babasının bile gözünden düşüp ocak başına aattırmış onu.(nesne ekskliği)
-ya dağ dağ dolaaşır bulurum ya da araya araya yollarında ölürüm.(özne eksikliği)
cümlelerin düzeltilmiş halleri:
-bu iftira,babasının bile gözünden düşüp ocak baaşına attırmış onu.
-ya dağ dağ dolaşır bulurum onları yada araya araya yollarında ölürüm
14.ETKİNLİK
sedef bacı metnimiz akıcı-duru-açık ve yalındır
15.ETKİNLİK
İSİM-deve,pire,padişah,telek,çam,gö l
SIFAT-on parmak,yağlı kaara,değme saray,üç kuş,bahtı kaara kız,üvey ana
ZAMİR-böyleeleri,onlar,sen,o,biz,bu
ZARF-araya araya,o gün,döne döne,ortalık kararınca,sütten ak,sudan pak
ANLAMA VE YORUMLAMA
1.masllar özellikle çocuk eğitiminde onlaara ahlaki değerleri kazandırmada kullanılabilecek önemli bir araçtır.
2.çocukların hayal dünyasının zenginli masallardaki olağaan üstü durumlaar ve kişilerin varlığı,onların masallara ilgi duymalaarına ve hayal dünyasında güzel bir yolculuk yapmalarına sebep olduğu için tüm dünyadaki çocuklaar masalları sevmektedir
16.ETKİNLİK
FABL - MASAL
BENZERLİKLER FARKLILIKLAR
düşsel olaylar vardır————-olay————-olağan üstü olaylar vardır.
insan dışındaki varlıklardır——–kişi—————-olağan üstü kişilerdir.
belirsiz zaman vardır————-zaman———-belirsiz zaman vardır.
hayali mekanlar vardır———mekan———-hayali,olağan üstü mekan.
hakim anlatıcı vardır————anlatıcı———-hakim anlatıcı vardır.
19.ETKİNLİk
(Masal)
Olağanüstü öğe, kahraman ve olaylara yer veren öykülerdir. Masal terimi öncelikle, Sindirella, Çizmeli Kedi gibi sözlü geleneğin ürünleri olan halk öykülerini kapsar. Ama sözlü gelenekle ilişkisi olmayan edebi yönü ağır basan bazı eserler de bu türün içinde yer alır. Halk masalları 4 temel grupta toplanır. Hayvan masalları, olağanüstü ve gerçekçi masallar, güldürücü öyküler, zincirlemeli masallar.
Hayvan masalları genellikle kısa masallardır. Lafontaine masalları bu türün en güzel örnekleridir. Şeyhi’nin Har-name adlı eseri de Divan edebiyatındaki hayvan masalları türüne görmek gösterilebilir.
Olağanüstü masallarda, olağan varlıkların yanı sıra cin, peri, dev, ejderha gibi olağanüstü varlıklara da yer verilir. Gerçekçi masalların başlıca kahramanları ise padişahlar, vezirler, prenses ve prensesler, zenginler, hırsızlar ya da haydutlar gibi gerçek hayattaki kişilerdir.
Güldürücü masallar okuyan ve dinleyeni eğlendirmeyi amaçlayan masallardır.
ÖLÇME VE DEĞERLENDİRME
1:…….iyi-kötü ve haklı-haksız
:…….tekerleme……..
:……belirsiz……..
2: D………..D………..D……….Y……..
3:A
4:E
5:E(ESTETİK- BASİT SÖZCÜK)
6:B
1. Soru: “Dev, cin, peri, Zümrüdüanka, Kafdağı” kelime ve kelime grupları size neleri çağrıştırmaktadır?
Cevap:Bu kelime ve kelime gurupları olağan üstü varlıkla efsanevi bir dağı çağrışmaktadır.
2. Soru:Okuduğunuz veya seyrettiğiniz, içinde olağanüstü olaylar ve varlıklar bulunan bir eser sizi nasıl etkiler? Düşüncelerinizi sözlü olarak ifade ediniz.
Cevap:İçinde olağan üstü olaylar ve varlıklar bulunan bir eser.hayal gücümüze de hitap ettiğinden bizi heyecanlandırır.
İNCELEME
1:masallar olay örgüsü,kişiler,zaman ve mekan unsurlarından oluşturduğu bir yapıya sahiptir.masallardaki olaylar,kişiler ve mekanlar olağanüstü niteliklere sahiptir ve çoğu zaman hayali bir özellik göstermektedir.zaman ise belirsiz bir dilimdir.masallarda iyi-kötü,haklı-haksız gibi zıtların birlikteliği ve çatışması söz konusudur.halk masalları anonim bir özellik gösterir ve kuşaktan kuşağa sözlü gelenekle aktarılır.
2: olay örgüsü
-padişahın karısının ölmesi
-padişahın kara vezirin kızıyla evlnmesi
-kara vezirin kızının padişahın kızına kara sürmesi
-kara vezirin kızının üç şehzadeyi kuşa çevirmesi
-padişaahın kızının ,kardeşlerini bulmaya gitmesi ve onlarla buluşup dağların ötesinde bir yere uçması
-padişahın kızının iyileşmesi ve rüya görmesi
-bir padişah oğlunun sedef kızı görüp saraya götürmesi
-sedef kızın öldürülmek istenmesi
-üç şehzadenn insana dönüşmesi
-sedef kızın padişahın oğluyla evlenmesi
masaldaki bu olay örgüsü,masalın yapısını oluşturan temel unsurdur.
6.ETKİNLİK
sedef bacı adlı masalın birinci paragrafı serim,diğer parağraflar düğüm,son üç parağraf ise çözüm bölümüdür.
7.ETKİNLİK
sedef masalında ki karşılaşmalar
-sedef bacının karaa vezirin kızıyla karşılaşması
-sedef bacının padişahın oğluylaa karşılaşması
——masallardaki karşılaşma ve çatışmalar,masalların vermek istedikleri iletiyi okuyucu veya dinleyiciye ulaştıran,onun ilgisini ve dikkatlerini ayakta tutan ve masalın yapı unsurlarının birleşmesine yardımcı olan en önemli unsurdur.
8.ETKİNLİK
masaldaki kahramanlar
iyi-kötü
haklı-haksız
güzel-çirkin
yardımcı-saldırgan
korkak-cesur
dürüst-hilekar
cimri-yardım sever
bahtlı-bahtsız
şeklinde sınıflandırılır.bu ifadeler insana özgü durumları ifade etmektedir.
SORU3:masaldaki mekanlaar:saray,dağ,diğer saray,has bahçe.bu mekanlar masalda olayın geçtiği yer ler olarak karşımıza çıkmaktadır.
10.ETKİNLİK
sedef baacı masalında bir varmış bir yokmuş ,altı ayla bir göz,şafak sökerken,sabah sabah,akşam üstü,bir gün,gün akşam olmadan,o akşam,kırkgün kırk gece, gibi belirsiz zaman ifadeleri vardır.bu ifadeler saat ve takvimle ölçülebilen zamandan farklı olarak masalın olağan üstü durumuna katkıda bulunmaktadır.
SAYFA 32
SORU4: Sedef bacı masalında herşeyi bilen vee herşeye hakim olan ilahi bakış açısına sahip bir anlatıcı bulunmaktadır
11.ETKİNLİK
Masalı istediğimiz bir yaşam biçimi ve insan ilişkisi üzerine kurduğumuzda olağan üstü unsurların kalkacağını unutmamalıyız.Bu sebeple masallar özgün halleriyle gerçeklik taşımazlar.
12.ETKİNLİK
sedef bacı masalı tekerlemeyle başlayıp yine tekerlemeyle bitmiştir.bu özellik masalların okuyucu ya da dinleyici karşısında dikkat çekmesini sağlar.
SORU5
Sedef Bacı masalında öyküleyici beetimleyici ve olağaan üstü durumların nlatıldığı kısımlarda fantaastik yani düşsel anlatımdan yararlanılmıştır.
SORU 6:
Masalda göndergesel işlev hakimdir.
7:Masallar olağanüstü,kişiler,zaman,ve mekandan oluşan bir yapıya ve belirli bir temadan etrafında birleşen brimlere sahip olmaları dolayısıyla sanat metni özelliği gösterrler.
13.ETKİNLİK
-babasının bile gözünden düşüp ocak başına aattırmış onu.(nesne ekskliği)
-ya dağ dağ dolaaşır bulurum ya da araya araya yollarında ölürüm.(özne eksikliği)
cümlelerin düzeltilmiş halleri:
-bu iftira,babasının bile gözünden düşüp ocak baaşına attırmış onu.
-ya dağ dağ dolaşır bulurum onları yada araya araya yollarında ölürüm
14.ETKİNLİK
sedef bacı metnimiz akıcı-duru-açık ve yalındır
15.ETKİNLİK
İSİM-deve,pire,padişah,telek,çam,gö l
SIFAT-on parmak,yağlı kaara,değme saray,üç kuş,bahtı kaara kız,üvey ana
ZAMİR-böyleeleri,onlar,sen,o,biz,bu
ZARF-araya araya,o gün,döne döne,ortalık kararınca,sütten ak,sudan pak
ANLAMA VE YORUMLAMA
1.masllar özellikle çocuk eğitiminde onlaara ahlaki değerleri kazandırmada kullanılabilecek önemli bir araçtır.
2.çocukların hayal dünyasının zenginli masallardaki olağaan üstü durumlaar ve kişilerin varlığı,onların masallara ilgi duymalaarına ve hayal dünyasında güzel bir yolculuk yapmalarına sebep olduğu için tüm dünyadaki çocuklaar masalları sevmektedir
16.ETKİNLİK
FABL - MASAL
BENZERLİKLER FARKLILIKLAR
düşsel olaylar vardır————-olay————-olağan üstü olaylar vardır.
insan dışındaki varlıklardır——–kişi—————-olağan üstü kişilerdir.
belirsiz zaman vardır————-zaman———-belirsiz zaman vardır.
hayali mekanlar vardır———mekan———-hayali,olağan üstü mekan.
hakim anlatıcı vardır————anlatıcı———-hakim anlatıcı vardır.
19.ETKİNLİk
(Masal)
Olağanüstü öğe, kahraman ve olaylara yer veren öykülerdir. Masal terimi öncelikle, Sindirella, Çizmeli Kedi gibi sözlü geleneğin ürünleri olan halk öykülerini kapsar. Ama sözlü gelenekle ilişkisi olmayan edebi yönü ağır basan bazı eserler de bu türün içinde yer alır. Halk masalları 4 temel grupta toplanır. Hayvan masalları, olağanüstü ve gerçekçi masallar, güldürücü öyküler, zincirlemeli masallar.
Hayvan masalları genellikle kısa masallardır. Lafontaine masalları bu türün en güzel örnekleridir. Şeyhi’nin Har-name adlı eseri de Divan edebiyatındaki hayvan masalları türüne görmek gösterilebilir.
Olağanüstü masallarda, olağan varlıkların yanı sıra cin, peri, dev, ejderha gibi olağanüstü varlıklara da yer verilir. Gerçekçi masalların başlıca kahramanları ise padişahlar, vezirler, prenses ve prensesler, zenginler, hırsızlar ya da haydutlar gibi gerçek hayattaki kişilerdir.
Güldürücü masallar okuyan ve dinleyeni eğlendirmeyi amaçlayan masallardır.
ÖLÇME VE DEĞERLENDİRME
1:…….iyi-kötü ve haklı-haksız
:…….tekerleme……..
:……belirsiz……..
2: D………..D………..D……….Y……..
3:A
4:E
5:E(ESTETİK- BASİT SÖZCÜK)
6:B
Sayfa 37 ile 63 Arası Hikaye(Öykü) Konusu Cevapları
1. "Herkesin bir hikayesi vardır" sözü, insanın başından geçen bir olayın, belirli bir zaman ve mekanda yaşandığını ifade etmektedir. Ki insanoğlu yaşamı boyunca hem yaşadıkları hem de yaşattıklarıyla yaşamın içinde var olur.
2. Etkinlik
Halk hikayesi örneği: Kerem ile Aslı
Maupassant Tarzı Hikaye Örneği: Pembe İncili Kaftan
Çehov Tarzı Hikaye Örneği: Yoldan Geçen Öykü
Ben merkezli hikaye örneği: Sinağrit Baba
4. Etkinlik
Hikaye Türünün Tarihsel Gelişimi
“Hikâye”, Türk kültür tarihinde en azından bin yıllık geçmişe sahip köklü ve yaygın bir kelime. Asırlardan beri, giderek zenginleşen bir mânâ çemberi içinde, dilimizde hem kelime hem de kavram olarak kullanılmış ve kullanılmakta. Arap dilinin “hakave” kökünden türeyen kelimenin Türkçe’ye İslâmiyet sonrası dönemde girdiğini tahmin etmek zor değil. İtiraf edelim ki, onun koltuğuna oturtulmak istenen “öykü”nün, zihnimiz, dilimiz, kulağımız ve gönlümüzde aynı derinlik, zenginlik, berraklık ve sıcaklığa sahip olduğunu söylemek, iki yüzlülük olacak.
“Hikâye” kelimesinin mânâsı hakkında lügat sahipleri şu açıklamalarda bulunuyorlar:
“Bir söz ve haberi nakl ve rivayet eylemek, bir nesneye benzetmek, bir kimseyi fiilen yahut kavlen taklit eylemek, bir kimseden bir kelam nakleylemek, düğümü çözüp muhkem eylemek.” (Âsım, Kâmûs Tercümesi)
“Nakletme, bir vak’a ve sergüzeşti sırasıyla anlatma, rivayet; hakikî veya uydurma ve ekseriya hisse kapmağa mahsus sergüzeşt ve vukuât; kıssa, mesel, roman.” (Şemsettin Sami, Kâmûs-ı Türkî)
“Nakletme, anlatma; bazı vukuâtın heyet-i mecmuası; fıkra, roman.” (Muallim Nâci, Lügat-i Nâci)
“Bir hâdisenin sûret-i vukuunu etrafıyla anlatmak ve söylemek, nakl ve rivâyet etmek; bir hâdise hakkında söylenen sözler, nakl, rivayet; hakikî veya hayalî bir vak’aya dair söylenen gülünç veya şâyân-ı itibar sözler; kıssa, masal, roman.” (Hüseyin Kâzım Kadri, Türk Lügati)
“Nakl, beyân-ı rivayet. Sergüzeştîn-i hikâye. Hikâye-i macera. Hikâye-i hâl, masal. Roman ki sahih veya gayr-i sahih bir vak’ayı şâmil makale, kitap.” (Ebüzziya Tevfik, Lügat-i Ebüzziya)
“Anlatma, roman, masal, olmuş bir hâdise” (Ferit Develioğlu, Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Lügat)
“Az çok ayrıntıları verilerek anlatılan olay; baştan geçen bir olayı anlatma; belli bir zaman ve yerde az sayıda kişinin başından geçen, gerçeğe uygun birtakım olaylar anlatan ya da birkaç kişinin karakteri çizilen roman türünden kısa yapıt, öykü; aslı olmayan söz.” (TDK, Türkçe Sözlük)
“Olmuş veya olması mümkün olayları yazılı veya sözlü olarak anlatma; bu şekilde anlatılan olay, mesel, kıssa; anlatma, nakletme; olmuş veya olması mümkün olayların anlatılması esasına dayanan edebî tür; boş, gereksiz laf, uydurma.” (D. Mehmet Doğan, Büyük Türkçe Sözlük)
Lügatlerdeki açıklamalara dikkat ettiğimizde, “hikâye”nin kelime anlamı kadar kavram anlamı üzerinde de durulduğu ve yer yer bir edebî tür çerçevesi içinde tarif edilmeye çalışıldığını görürüz. Ancak tarif edilmeye çalışılan türün, günümüz okuyucusunun zihnindeki hikâye ile örtüştüğünü söylemek zor. Zira kelime veya kavramın açıklaması/tarifinde birden çok edebî tür/formun ismi zikredilmekte ve bunlar onunla müteradif olarak görülmektedir. O zaman, hikâye üzerinde konuşulurken dikkatlerden uzak tutulmaması gereken önemli bir husus; kelimenin kültür tarihimizde; “tarih, destan, kıssa, masal, mesel, menkıbe, rivayet, lâtife, fıkra, hurafe, roman, öykü, anlatı, benzetme” mânâlarında da kullanılmış olmasıdır. Söz konusu kullanımlardan “destan”, “kıssa”, “masal”, “menkıbe”, “lâtife”, “fıkra”, “öykü” ve “roman”nın bugün ayrı birer tür; “tarih”in ise sosyal bilim dalı olarak kabul edildiği herkesin malumudur.
Sanırım bu durum, hikâye kavramının kapsam alanı hakkında bize önemli ip uçları verecektir. Bunların başında da, insanoğlunun “dil”i veya “söz”ü kullanım tarzlarının başında, “tahkiye” veya “tahkiyeli ifade”nin yer aldığı gerçeği gelir. Bizim için daha da önemli olan ip ucu ise, -kültürümüzdeki genel ve geniş mânâsıyla- hikâyenin, edebiyat sanatının iki ana “form”undan birisini karşılamış olmasıdır. Kavram, böyle bir değeri, hem sahip olduğu tarih hem de edebiyat sanatı içindeki yeri ve öneminden elde etmektedir. Zira hikâye, -adı farklı da olsa- gerek Türk edebiyatı, gerekse diğer milletlerin edebiyat tarihlerinde köklü bir geçmiş ve geniş bir alana sahiptir. Söz konusu tarih, “mit” veya “destan”lara kadar götürülebilecek[1]; kapsam alanı ise, bütün milletlerin edebiyatlarının en az yüzde ellisini teşkil edebilecektir. O zaman, insanın söz sanatlarını keşfetmesinden bugüne, duygu, düşünce, hayal, intiba ve yaşadıklarının estetik ifadesinde, büyük ölçüde hikâye formunu tercih ettiğini rahatlıkla söyleyebiliriz. Tabiî ki bu tercih, sanatkâr açısından olduğu kadar okuyucu/dinleyici açısından da geçerlidir. İnsanoğlu, tarihin her devrinde ve dünya coğrafyasının her meskûn mahallinde hikâye anlatmış, dinlemiş veya okumuştur. Kaynağı ilâhî olan kitaplarda bile, mesajın sık sık hikâye formuna yüklenilerek takdim edilmiş olduğunu hatırlatmaya bilmem lüzum var mı?
O zaman hikâye, bugün “öykü”de ifadesini bulan tek bir türün değil, “mit”ten “modern hikâye” veya “roman”a kadar uzanan türler manzumesinin “genel” adıdır. Bu itibarla o, âdeta yüzyıllardan beri edebiyat deryasını gür sularıyla besleyen ana ırmaklarından birisidir. Tabiî ki, bu ırmağın insanlık tarihiyle yaşıt sergüzeşti boyunca suyunun hızı, miktarı, akış tarzı, rengi, kokusu, tadı ve kendisine farklı mesafe ve miktarlarda katılan kolları değişmiştir. Daha da önemlisi, onu besleyen pek çok kol, aynı vadide kalmasına rağmen, zaman içinde kendi başlarına var olma serüveni yaşamıştır.
Böyle bir formu, böylesi geniş bir kapsam ve tarihi içinde kucaklamaya kalkışmanın pek kolay olmadığını, sanırım herkes kabul eder. O sebeptendir ki bu yazı, yazarının, hikâyenin kültür tarihimiz içinde kazandığı en genel ve geniş mânâsından “öykü”nün daracık mânâsı arasında yaşadığı serüven dünyasındaki zihnî gezintisini ihtiva eden bir “deneme”dir. Zira form üzerinde, bütünü kapsayıcı birtakım teorik açıklamalarda bulunabilmek veya ona ait kriterlerden söz edebilmek, onu tarihi ve bu tarih içinde söylenmiş/kaleme alınmış bütün örnekleriyle birlikte kucaklamayı zarurî kılar. Unutmamalıdır ki teori, çoğu zaman pratikten yola çıkılarak kurulur. Dolayısıyla edebiyat teorisyeni, edebiyat tarihi, edebiyat tenkidi, mukayeseli edebiyat ve -belki de en önemlisi- bizzat edebiyat eserine muhtaçtır.
Edebiyat “bilim”iyle uğraşanların öncelikle şu gerçeği bilmesinde büyük fayda var: Genel veya bugünkü dar anlamıyla hikâye, diğer bütün edebî form veya türlerde olduğu gibi, tarihi içinde, dinamik bir oluş veya oluşum süreci yaşamıştır. Bir başka ifadeyle o, değişerek gelişmiş veya gelişerek değişmiş; bu esnada da pek çok edebî türle iç içe olmuş ve birçok yeni türe “analık” etmiştir. Değişimin sürekliliği, “tek” ve “donmuş” bir hikâye formundan bahsetmeyi imkânsız kılmaktadır.
Aslında bu durum, bütün sanat dalları ve bunların alt formları için de geçerlidir. Zira sanatın en temel ilkesi, yaratıcılık’tır. Her bir yaratma da, kendisiyle başlayıp yine kendisiyle biten ayrı birer olgudur; tekrar edilemez. Sanatın diğer temel ilkeleri olan ferdîlik ve orijinallik de, büyük ölçüde yaratmanın söz konusu mahiyetinden kaynaklanır. Söz konusu yükümlülüklerin insanı olan sanatkâr, kalemi eline aldığında, “gelenek”in birtakım hazır kalıplarıyla karşı karşıya kalır. Bu noktada o, ne bütünüyle geleneğe esir, ne de ondan büsbütün âzâdedir. Sözün kısası; sanatı ve sanat formlarını kesin bir standardizasyona tâbî tutup dondurmak, mümkün olmadığı gibi, onun tabiatına da aykırıdır. Bize düşen, bahis konusu formun “edebî gelenek” içindeki iç ve dış yapısında yaşadığı değişim ve dönüşümleri ana çizgileriyle tasvir etmektir.
Kabul etmek gerekir ki hikâye, tarihinin her döneminde veya her toplumun edebiyatlarındaki örneklerinde, öncelikle anlatma fiili üzerine kurulmuş bir edebî formdur. “Anlatma”, “hikâye etme” veya “tahkiye”, onun en temel alâmet-i fârikasıdır. Nitekim lügatler, hemen hemen istinasız bir biçimde “nakl/nakletme, rivayet, anlatma, anlatı, tahkiye” vurgusunda bulunurlar. Kelimenin kavram olarak tarif denemelerinde de durum bundan pek farklı değildir.
Aslında edebiyatın kendi içindeki “form/tür”leri, çok büyük ölçüde dil malzemesinin, -sosyal, kültürel ihtiyaç ve kabuller istikâmetinde- farklı biçim veya tarzlarda kullanılması ve kurgulanmasından doğarlar. Bir başka ifadeyle türler, geleneğin sanatkâra sunduğu, okuyucunun da yakından âşina olduğu kurumlaşmış estetik vasıta ve değerler bütünüdür. Zira edebiyat, “dil”le yapılan bir güzel sanattır. Onu diğer güzel sanat dallarından ayıran en önemli özellik de, malzemesinin dil olmasıdır. “Edebî türler teorisi bir sıralama prensibidir. Bu teori edebiyatı ve edebiyat tarihini zaman, yer, dönem ve millî dil gibi unsurlara göre değil fakat özellikle edebî kuruluş veya yapı çeşitlerine göre sınıflandırılır.[2]
Bu gerçeği Türkiye’de ilk defa açıklıkla edebiyat bilimi ile uğraşan akademik çevrelerin gündemine getiren Prof. Dr. Şerif Aktaş, edebiyatın kendi iç tasnifinde veya form/türlerinin tespitinde dilin kullanma ve kurgulanma tarzlarının esas alınmasını teklif eder.[3] Çünkü edebî eserin konusundan veya yine onun tâlî birtakım şekil özelliklerinden yola çıkarak edebiyat form/türlerini izaha kalkışmak, edebiyat bilimcisini yarı yolda bırakacaktır.
Şerif Aktaş’ın yaklaşımına göre, “destan”, “kıssa”, “masal”, “menkıbe”, “halk hikâyesi”, “mesnevî”, “fıkra”, “öykü” ve “roman”, edebiyatın Anlatma Esasına Bağlı Eser/Türler grubunu teşkil ederler.[4] Söz konusu eser/türlerde dil, bir şeyleri anlatma, hikâye etme, nakletme istikâmetinde kullanılır. Dolayısıyla adı geçen eser/türleri, Gösterme Esasına Bağlı Eser/ Türler (tiyatro) ve Coşkulu Anlatım Tarzına Bağlı Eser/Türler’den (şiir, mensur şiir) ayıran en temel nitelik, dili kullanma ve kurgulama biçimi/tarzıdır.
Bu sebeple anlatma, ilk önce hikâyeyi, “tiyatro” formundan kesin olarak ayırır. Çünkü tiyatronun en belirgin ve vazgeçilemez niteliği, “gösterme/sahneleme” esası üzerine kurulmuş olmasıdır. Şahıs kadrosunun yaşadığı olaylar, sahnede bire bir gösterilir veya temsil edilir. Dolayısıyla tiyatro, hikâye gibi anlatmaz, gösterir, sahneler. Bununla birlikte hikâye de zaman zaman gösterme/sahnelemeden faydalanabilir. Özellikle konuşma/diyalog ve “modern hikâye”de gördüğümüz dramatizasyon, hikâyeyi belli ölçüde tiyatroya yaklaştırır. Ancak bir hayli sınırlı olan bu gösterme, hiçbir zaman tiyatro seviyesine ulaşamaz.
Kısacası; uzun tarihi içinde anlatma esasına bağlı bütün eser/türleri kucaklamış olan hikâye anlatır, nakleder ve tahkiyede bulunur. Onda dil, temelde anlatma, hikâye etme ve nakletme çerçevesinde kullanılıp kurgulanır. Her devir ve toplumun hikâyeciden beklediği; gösterme, yorumlama, açıklama, ispatlama, tasvir ve tahlil etmesi değil; anlatma ve hikâye etmesidir.
Bu noktada ikinci bir soru ile karşılaşırız; “Hikâye, ne veya neyi anlatır?” Kabul etmek gerekir ki, bütün güzel sanatların ve tabiî olarak edebiyatın hem kaynağı hem yaratıcısı hem konusu hem de hitap ettiği biricik odak merkezi “insan”dır. Edebiyatın bir alt birimi olan hikâyenin kaynağı ve konusu da, elbette ki insan olacaktır. İnsanın duyguları, düşünceleri, hayalleri, intibaları, yaşadıkları, içinde yaşadığı hayat (bu hayatın insanları ve olayları) ve buna duyduğu tepkiler. Bu noktada hikâye, -yukarıda vurgulanan anlatmayı esas alması dışında- gösterme ve coşkulu anlatım tarzına bağlı eser/türlerle müşterektir. Zira edebî eser/türler için bir konu sınırlaması getirilemez veya edebî olan-olmayan şeklinde bir konu tasnifi yapılamaz. Dolayısıyla insanı merkez alan veya onu şu veya bu şekilde ilgilendiren her konu, edebî eserin malzemesidir. Daha da önemlisi, sanat veya edebîlik, anlatılanda değil, anlatma/söyleme tarzında kaynağını bulur.
O zaman sorumuzu biraz daha açmak zorundayız. “Hikâye ne veya neyi, nasıl anlatır?” Bu soru bizi, bir taraftan türün dil ve üslûbuna götürürken; bir taraftan da iç yapısına ve iç yapısını teşkil eden temel yapı unsurlarına götürecektir.
Hikâye, olay/olaylar’ı anlatır. Bizim de içinde yaşadığımız dünyada yaşanmış, yaşanabilir veya bütünüyle hayal mahsulü olay/olaylar. Formun iskeletini, sanatkârın belli bir düzen içinde kurguladığı ve adına olay örgüsü veya vak’a zinciri dediğimiz, olay/olaylar teşkil eder. “Destan, masal, halk hikâyesi, hikâye ve romanda vak’a asıl unsurdur, diğerleri vak’anın etrafında birleşerek eseri vücuda getirirler. (...) Vak’ayı yok saydığımızda, bu vadiye giren edebî nevilere ait eserlerden bir yığın söz kalır.”[5]
İnsanoğlunun hikâyeye bu kadar ilgi duyması ve onu sevmesinin sebebini bu noktada çözümleyebiliriz. Temelde yatan faktör, "merak"tır. "Ne olmuş?, Nasıl olmuş, Neden olmuş?, Sonra ne olmuş?” sorularında barizleşen insanın merak duygusu, onu hikâyeye götürür. Merak duygusu, çoğu zaman onun “hoşça vakit geçirme” arzusuna hizmet etmiş ve etmektedir. “Tahkiyeli ifadede asıl mesele ilgi, merak ve tesir uyandırabilmektir. Bunların sağlanması için bir ana vak’a ve onun parçaları olan olaylar düzenlenir.”[6] Ancak söz konusu sorular ve sanatkârın bunlara verdiği cevaplar, alelâdelik veya basit bir merakın sâiki ve cevabı olmaktan kurtuldukça, ciddî mânâda “gerçek”in kapılarını aralamaya başlar. İnsanın bizzat kendisi ve kendisini kuşatan hayata dair gerçekler.
O zaman hikâye için, insanın merak duygusunun var ettiği ve sonu kimi zaman hoşça vakit geçirmeye, kimi zaman da mutlak gerçek’e çıkan sorular yumağına, olayların estetik kurgusu ve anlatımıyla cevap bulma/verme gayretinin ürünü olan edebî türdür, tarzında bir tarif getirebiliriz.
Eğer hikâyede olay örgüsünden bahsediliyorsa, elbette bunları yaşayan veya var eden insan veya insan hüviyetindeki varlıklara; yani şahıs kadrosuna ihtiyaç duyulacaktır. Zira olay/olayların kendiliğinden oluşmasını beklemek, fizik kanunlarına aykırıdır. Üstelik hikâyenin konusunun insan olduğu gerçeğini bir kere daha hatırlayalım. Unutmayalım ki, olay örgüsüne anlam ve değer kazandıran insandır. Bu sebeple hikâyede amaç olay örgüsü değil, insan ve onun meseleleridir.
Hikâye formunun vazgeçilemez unsurları durumundaki olay örgüsü ve şahıs kadrosu, -sadece isimden ibaret bile olsa- belli bir mekân ve zamana ihtiyaç duyacaktır. Olayların sahnesi durumundaki reel veya irrel bir mekân ve şahıs kadrosunun bahis konusu olayları içinde yaşadığı reel veya irrel bir zaman. Böylece hikâyenin iskeletini oluşturan temel unsurlar tamamlanmış olur; yani olay örgüsü, şahıs kadrosu, mekân ve zaman her tür hikâyenin iskeletini teşkil ederler. Bu noktada genel mânâdaki hikâyenin ilk tarifine ulaşmış oluruz. Hikâye; belli bir zaman ve mekân bağlamı içinde, belli bir şahıs kadrosunun yaşadığı olay/olayları anlatan tahkiyevî bir edebî formdur.
Söz konusu temel unsurlara ilave edilmesi gereken çok önemli bir başka unsur daha vardır ki o, anlatıcıdır. Formun üzerine oturtulduğu anlatma fiilini gerçekleştirecek olan anlatıcı. Sözlü dönem hikâyesinin anlatıcısı, etiyle kemiğiyle dinleyici karşısındaki insandır; fakat yazılı dönemin hikâyesinde, gerçek insan anlatıcının yerini itibârî anlatıcı almıştır. İtibârî anlatıcı, -biz kendisini görmesek de- kimi zaman itibârî dünyanın tanrısı yetkileriyle donatılmış olarak, kimi zaman da şahıs kadrosundan herhangi biri olarak okuyucu/dinleyici karşısına çıkar. Kendine has bakış açısı ve tercihleri çerçevesinde hikâyesini anlatır. Dolayısıyla anlatıcının olmadığı bir zeminde hikâyeden bahsedilemez.
Yukarıda belirtilen ve her nevi hikâyenin iskeletini teşkil eden unsurların (olay örgüsü, şahıs kadrosu, zaman, mekân bakış açısı ve anlatıcı) mahiyetleri, gerçekle olan ilişkileri, hacimleri, kurgulanış tarz ve esasları, türün tarihi boyunca kültür, medeniyet, sanat anlayışı ve sanatkârlara göre, farklılıklar arz etmiştir. Söz konusu farklılıklar, bir taraftan hikâyenin tarih içindeki değişik görünümlerini belirlerken, diğer taraftan da anlatma esasına bağlı eser/türlerin oluşumuna zemin hazırlamıştır. Meselâ; “masal” veya “destan”ın anlattığı olayların gerçekliği ile “modern hikâye” ve “roman”ın anlattığı olayların gerçekliği arasında büyük fark vardır. Yine “masal” ve “modern hikâye” ile “destan” ve “romanın” olay örgülerinin hacimleri arasında çok açık orantısızlık söz konusudur. “Destan” ve “masal”ın anlatıcısı, içimizden birisi; “modern hikâye” ve “roman”ın anlatıcısı ise itibarî bir varlıktır.
Ancak ortak olan taraf, yazar veya toplum muhayyilesinin (anonim eserler) söz konusu unsurlarla giderek belirginleşen itibârî (fiktif) bir dünya kurmuş olmasıdır. Yani, içinde yaşadığımız dünyadan derlenen malzemenin, belli bir seçme, ayıklama ameliyesinden sonra, sanatkârın zihnindeki konuya uygun ve estetik bir biçimde yeniden kurgulanması. Dolayısıyla hikâye bize, her zaman itibârî bir dünya sunar. Bu dünyanın insanları, olayları, mekânları ve zamanı, içinde yaşadığımız dünyadakilere benzemekle birlikte gerçekte onlardan farklı ve başkadırlar. Hikâyeyi, “tarih”, “hatıra” “biyografi” ve “otobiyografi”den ayıran temel farklılık da buradadır. Ayrıca itibârîlik, bütün eserlerin edebîliği noktasında, olmazsa olmaz değerlerden birisidir. Sanatkârın başarısı, kendisinin veya başkalarının yaşadıklarını, bire bir taklit etmesinde değil, bunlardan hareketle zihnindeki konu/temaya uygun, son derece tutarlı ve estetik bir itibârî âlem yaratabilmesindedir.
Bu noktada hikâyenin, “şiir”den çok açık biçimde ayrıldığını söylememiz gerekir. Zira hikâyeci konu, tema ve mesajı, şairin yaptığı gibi doğrudan doğruya ve direkt olarak ortaya koyamaz. Konu, tema ve mesajını, yukarıda belirtilen temel unsurlara yüklemek mecburiyetindedir. Dolayısıyla hikâyedeki olaylar, şahıslar, mekânlar ve zaman, gerçekte sanatkârın zihnindeki konu, tema ve mesajın somutlaştırılmasında birer figür veya semboldür. Söz konusu durum, bütün anlatma esasına bağlı eser/türler gibi, hikâyenin de önemli ölçüde sembolik bir form olduğu gerçeğini hatırlatır. Ondaki sembolik yapı, “masal” ve “mesnevî”lerimizde kendini çok daha açık biçimde ifşa eder. Demek ki hikâyede konu, tema ve mesaj, olay örgüsü, şahıs kadrosu, mekân ve zaman unsurlarının kurgulanmasından doğan itibârî dünyanın bütününe yüklenmiş veya bütün içinde gizlenmiştir. Yani direkt olarak değil, endirekt olarak okuyucunun zihni ve sezgisine bırakılmıştır. Hâlbuki şair, duygu, hayal, düşünce ve intibalarını doğrudan doğruya dile döker, açıklar, yorumlar, izah eder. (Burada söylemek istediğimiz; şiirin imajlarla yüklü fiktif dünyasından öte bir husustur.)
Ayrıca şiirde çok büyük ölçüde kendi ruh dünyasının üzerine kapanan sanatkâr, hikâyede dikkatini daha çok içinde yaşadığı hayat ve bu hayatın insanları üzerinde yoğunlaştırır. “Hikâyeciler, şairlerin aksine, kendi ‘ben’lerinden çok ‘başkaları’ndan bahsederler. Bilhassa ‘insanlar arasındaki anlaşmazlık ve çatışma’ hikâyede önemli bir yer tutar. (...) Dikkatini kendi ‘ben’inden çok başkalarına yönelten hikâyeci, insanı anlamağa çalışan psikolog, sosyolog veya filozofa yaklaşır. Öyle sanıyorum ki hikâyeci, insanı ilim adamlarından daha iyi anlar. Çünkü onun konusu ‘genel’ olarak insan değil, ‘özel’ olarak insandır, yani ‘şahsiyet’ ve ‘fert’tir. ”[7] Dolayısıyla hikâye, şiire göre daha objektiftir. Şiir ise sübjektif ve lirik. Hikâyeci, şairin sübjektifliğini olabildiğince geri plâna itmek durumundadır. Nitekim hikâyeci, itibârî anlatıcı vasıtasıyla yavaş yavaş kendisi ile eseri arasındaki göbek bağını koparmış; koparmak zorunda kalmıştır. Ayrıca hikâyenin dili çoğunlukla mensur; şiirinki ise çoğunlukla manzumdur.
Hikâye formunun geneli üzerinde konuşurken belirtilmesi gereken önemli bir başka husus; doğu (özellikle İslâm kültür ve medeniyetine mensup milletler) ve batı (Antik Yunan-Lâtin kültür ve medeniyetinden hız alan pozitivist zihniyet yapısına bağlı milletler) hikâyelerinin birbirinden farklı olduğu gerçeğidir. Bunun arkasında Tanrı, varlık ve insan anlayışındaki farklılıklar; dolayısıyla buna paralel olarak şekillenen sanat anlayışındaki farklılıklar mevcuttur. Sonunda da mimesis ve tecrit kavramlarıyla özetlenebilecek iki ayrı sanat veya yaratma tarzı ile karşı karşıya geliriz. Bilindiği gibi batı, ta Eflâtun ve Aristo’dan bugüne olan sanatı ve bu arada hikâyesini, haricî âlemin “taklit”i veya “yansıtma”sı esası üzerine inşa eder. Pozitivist zihniyetin gelişmesine paralel olarak da bu yaklaşım tarzını, gerçeğin sebep-sonuç ilkesi dâhilindeki bire bir taklidi/yansıtılmasına kadar götürür.
Hâlbuki doğu hikâyesi ve sanatı, böyle bir anlayıştan; yani “görünen ve “olan”ın salt dış görüntüsünü yansıtmak veya taklit etmekten uzaktır. Doğuda hikâyeci, görüneni/olanı değil, bunun arkasındaki “öz”e ulaşma amacındadır. Dolayısıyla haricî âlemin görünen kabuğunu aşarak arkasındaki öze ulaşmak ister. Zira onun için asıl hedef “kesret” değil, “vahdet”tir. Bu sebeple doğu hikâyesinde sembolik yapı çok daha belirgin ve esastır (Hüsn ü Aşk). Doğu hikâyesinde, batı hikâyesinin vazgeçilemez taraflarından biri olan insanın kaderiyle yüz yüze gelmesine; çıkmaza veya trajik duruma düşmesine izin verilmez. Bu noktada o, sık sık “olağanüstü”, “mucize” ve “harikulâde”nin kanatlarına sığınır. Ayrıca “kıssadan hisse”, doğu hikâyesinin temel amaçlardandır.
Buraya kadar olan satırlarda söylediklerimiz, çok büyük ölçüde genel mânâdaki hikâyenin olduğu kadar, anlatma esasına bağlı diğer eser/türlerin de temel ve vazgeçilemez unsur ve nitelikleridir. Unutmamalıdır ki “destan”, “masal”, “menkıbe”, “efsane”, “halk hikâyesi”, “mesnevî”, “fıkra” ve “roman” da olay örgüsü, şahıs kadrosu, zaman, mekân ve anlatıcı müşterekliği içinde bize temelde hep hikâye anlatırlar. İşte, modern hikâye formunu kendine has somut nitelikleriyle izah etmek durumunda bulunan edebiyat bilimcisinin sıkıntısı, bu aşamada kendini çok daha açık bir biçimde hissettirir. Zira modern hikâyenin kendine has niteliklerini tespit edebilmek, onu, modern hikâye ile diğer anlatma esasına bağlı türlerin tek tek mukayesesi mecburiyeti ile yüz yüze getirir. Unutulmamalıdır ki, türün ayrıcı nitelikleri, söz konusu müşterekliklerin dışında veya müşterek unsurların iç farklılıklarındadır.
Anlatma esasına bağlı eser/türleri, modern hikâye ekseninde tek tek mukayese etmeye kalkışmanın, bu yazının sınırlarını çok zorlayacağı açıktır. Bu sebeple yazımızın bundan sonrasını modern hikâyenin genel hikâyeden farklı olan taraflarını işaret etmeye ayıracağız.
Günümüzdeki hikâye veya modern hikâye kavramının karşıladığı tür, batıda ancak XIX. yüzyılda, Türk edebiyatında ise XIX. yüzyılın sonlarında kesin formuna ulaşmış, müstakil bir tür hâline gelip tam mânâsıyla bağımsızlığını kazanmıştır. Guy de Maupassant, Walter Scott, Edgar Allen Poe, Hoffmann, Anton Çehov gibi yazarlar, modern batı hikâye türünün; Halit Ziya, Ömer Seyfettin, Refik Halit, Memduh Şevket, Sait Faik ise, modern Türk hikâyesinin klâsik yapısına kavuşmasında büyük emeği geçmiş isimleridir.
Modern hikâyenin, gerek geçmiş gerekse günümüzdeki anlatma esasına bağlı türlerden farklı ve ayırt edici ilk ve en önemli özelliği, kısa mensur metin olmasıdır. Bir oturuşta okuyuvereceğimiz bir metin. “Kısa mensur metin” olma, onu “roman”, “destan”, “mesnevî” ve yer yer “halk hikâyesi”nden ayırır. Ancak burada “kısalık”ın tam ölçüsünü vermek zordur. Nitekim tür bu noktada kendi iç istikrarsızlığı yaşamaktan kurtulamaz. Uzun hikâye, kısa hikâye, mini hikâye gibi hacme bağlı isimlendirmeler, söz konusu istikrarsızlığı yansıtır.
Aslında modern hikâyenin kısalığını, metnin hacminden ziyade, onun iç yapısını teşkil eden; konu, olay örgüsü, şahıs kadrosu, zaman ve mekân unsurlarının darlığında veya daraltılmış, sınırlandırılmış olmasında aramak gerekir. Yani temel yapı unsurlarının mahiyeti ve niteliğindeki farklılıklarda. Modern hikâye yazarı öncelikle, hikâyesini üzerine bina edeceği olaylar zincirini, bunu var edip yaşayacak olan insan sayısını, olayların yaşanma zamanı ve mekânını, romana göre son derece sınırlı tutmak mecburiyetindedir. Bu sebeple modern hikâyede olaylar, uzun ve karmaşık değildir. Konunun ayrıntılarına girilmez. Kahramanlar bütün yönleriyle değil, büyük ölçüde tek bir yönleriyle irdelenir. Her türlü anlatımda ayrıntıya, savrukluğa yer verilmez. Söz konusu dar bir dünya içinde yoğunlaşılıp, türün imkânlarını zorlanmadan estetik ve itibarî bir dünya kurulması gerekir. Dolayısıyla hikâyeciden beklediğimiz, “destan” ve “roman”da olduğu gibi, koca bir toplumun veya devrin hayatını kucaklamak; bir insanın uzun yıllar içindeki hayatını bütün yönleri ve olayları ile sunmak değildir. Toplum veya insan hayatından alınan bir “kesit” veya bir “dilim”in estetik takdimi, onun esas amacı olmalıdır.
“Hikâye ile romanın farkı vardır. Roman bir vak’anın alettafsil hikâyesidir ki, aza-yı vak’a ile eşhâs-ı vukuâat üzerine kariinin teveccüh ve hissiyâtını celb ve cem’e herşeyden ziyâde dikkat olunur. Hikâye ise vak’anın sadece nakil ve rivâyetinden ibarettir; tefsilâta tahammülü yoktur. Âdeta hikâye bir romanın hülâsası demektir. İnfiâlât-ı şedideye de tahammülü yoktur. Ne söylenecekse birkaç sahife içinde söylenip bitirilivermelidir; fakat her hülâsada olduğu gibi bunda da marifet vukuâtın canlı noktalarını tefrik ve intihabdır.”[8]
Kısacası hikâye; “şahıs, zaman, mekân bakımından daralmış; konu edindiğini (objeyi veya süjeyi) sınırlandırarak hareket unsurlarını en aza indirmiş; düşünce, duygu, hayal ve takdim tekniği bakımından en yoğun olan tahkiyeli ifade türüdür.”[9]
Olay örgüsü, şahıs kadrosu, zaman ve mekân unsurlarının “gerçek” veya “gerçeğimsi” ile olan sıkı ilişkisi, modern hikâyeyi, “destan”, “masal”, “efsane” ve “menkıbe”den ayırır. Batı pozitivist zihniyetinin eseri olan modern hikâye, mucize, olağanüstü ve harikulâdeden uzaktır. O, son iki yüzyılın büyük ölçüde yalnızlaşmış insanını, bu insanın günlük hayat içindeki yaşadıklarını, sıkıntılarını, bunalımlarını, çıkmazlarını, kendisi ve toplumla olan çatışmalarını, anlatır. Kimi zaman itibarî âlemin dış görüntüsü ve olayları üzerinde yoğunlaşırken, kimi zaman da buradan hareketle insanın iç dünyasına eğilir. Bu noktada o, gücünü muhayyileden çok realiteden alır. Kurgusunda, pozitif aklın sebep-sonuç ilkesini tercih eder.
“Her hikâyeci bize eseri ile hayatın ve insanın ayrı bir yönünü gösterir. Hikâye anlaşılması son derece güç olan hayatın ve insanın içine âdeta bir pencere açar. Günlük hayatta biz hayatı ve insanı dıştan görürüz ve pek az anını biliriz. Hikâyeci bu dış görünüşün arkasındaki gerçekleri keşfeder. Güzel hikâyelerin hemen hepsinde, bilinmeyen bir gerçeğin ifadesi vardır.”[10]
Modern hikâye, yaklaşık iki asırlık tarihi içinde, iki ana çizgide belirginleşir. Bunlar; Maupassant tarzı hikâye (vak’a hikâyesi)ve Çehov tarzı hikâye (durum hikâyesi) formlarıdır. İlkinde daha ziyade belirgin bir vak’a üzerine kurulan tür, ikincisinde günlük hayatın tabiîliğini esas alır.
Modern hikâyenin dili, bütünüyle mensurdur. Üstelik bu dil, tamamiyle sanatkârın ferdiliğini yansıtan bir üslûba sahiptir. “Destan”, “masal”, “efsane”, “menkıbe” ve “halk hikâyesi” gibi, müşterek şuurun, çoğu zaman kalıplaşmış anonim dili, modern hikâyenin dışındadır.
Hulâsa hikâye; öncelikle insanın sözü keşfettiği günden bugüne en çok başvurduğu bir anlatım tarzı; edebiyat sanatı içinde “mit”ten “modern hikâye”ye kadar uzanan pek çok anlatma esasına bağlı eser/türün müşterek üst formu; son iki asırdır da, anlatma esasına bağlı eser/türler şemsiyesi altında müstakil bir edebî türdür. Modern hikâye; gerçek ya da gerçeğe uygun olay ve durumların; insan, zaman ve mekân unsurlarıyla birlikte itibârî bir dünya çerçevesinde ve üzerinde durulan konu, tema ve mesaja uygun bir biçimde kurgulanıp; ayrıntıya girilmeden ve bütünüyle yoğunlaştırılarak, okuyucuya estetik haz verecek tarzda anlatılmasından doğan kısa ve mensur bir edebî türdür.
Sayfa 67 ile 84 Arası Roman Konusu Cevapları
Sayfa 67
Hazırlık
1. “Hayatımı Yazsam roman olur.” Sözü, romanın insanı baz alarak yaşadığı ya da yaşayabileceği olayları belirli bir zaman, mekan ve kişiler çerçevesinde anlattığına işaret etmektedir.Çünkü insanoğlu, yaşadığı bu dünyada zamandan, mekandan ve olaylardan bağımsız değildir.
Sayfa 68
5. Etkinlik:
Ortak olarak okuduğunuz 3 romanı sınıfta anlatınız.
6. Etkinlik
Aşk-ı Memnu romanının olay örgüsü şu şekildedir.
- Adnan Bey’in eşinin bir süre önce ölmesiyle şimdiki hayatlarının anlatılması.
- Adnan Bey’in Göksu’da sandal gezintisi yapması ve Firdevs Hanım’la tanışması
- Adnan Bey’in Bihter ile evlenmesi
- Bihter’in konağa gelişiyle yeni bir düzenin konakta başlaması.
- Nihal’in Behlül ile Bihter’in konuşmalarını duyup aralarındaki ilişkiyi öğrenmesi.
- Beşir’in bütün olup biteni Adnan Bey’e anlatması.
- Bihter’in intihar etmesi.
- Adnan Bey ve Nihal’in yeniden baş başa kalması.
Sayfa 69
1. Olay örgüsünü oluşturan parçalar, romanın teması etrafında bir araya getirilmiş ve birbirini tetikleyen parçalar olarak kurgulanmıştır.
2. Aşk-ı Memnu romanındaki olayların kronolojik sırası şöyledir:
- Adnan Bey’in eşini kaybetmesi
- Göksu gezintilerine katılması
- Bihter ile evlenmesi
- Behlül ile Nihal’in nişanlanması
- Bihter’in Adnan Bey ile evliliğinin üzerinden bir yıl geçtikten sonra yine bir Göksu gezintisi akşamı benliğini sorgulaması.
- Behlül ile Bihterin ilişkisinin başlaması.
- Nilah’in bu ilişkiyi Behlül’ün cüzdanından düşen nottan yola çıkarak öğrenmesi ve bayılması
- Zenci köle Beşir’in her şeyi Adnan Bey’e anlatması.
- Bihter’in intihar etmesi.
Sayfa 69-70-72
7. Etkinlik
• Verilen şemaya göre, kronolojik olay zinciri, zamanı bir bütün olarak kapsamaktadır.Olay örgüsü ise bir bütün halindeki bu zamanın belirli bir kısmı ya da anını içermektedir.
8. Etkinlik
Kişiler:
• Adnan Bey: Hali vakti yerinde, kırk beş yaşlarında bir İstanbul beyefendisidir. Eşinin ölümü üzerine Bihter ile evlenmiş ve konağındaki yaş***** devam etmiştir.
• Bihter: Hafif meşrepliği ile tanınan Melih Bey Takımı’nın bir üyesi ve Firdevs Hanım’ın kızıdır.Sadık kalacağı zengin bir koca bulmak ve mutlu bir yaşam kurmak arzusuyla Adnan Bey ile evlenir.Fakat ona sadık kalamayarak Behlül ile bir aşk-ı memnu(yasak aşk) yaşar.
• Nihal: Adnan Bey’in masum ve meleksi bir portre olarak sunulan, genç ****** dönemine girişinden Behlül ile nişanlanmasına kadar hayatı hep başkalarının kararı ile yönlendirilen bir kızdır.
• Behlül:Adnan Bey’in yeğeni olan ve konağa rahatlıkla girip, çıkabilen, Nihal ile nişanlanıp Bihter ile yasak bir aşk yaşayan, Beyoğlu’nun sorumluluk gerektirmeyen günübirlik ilişkilerinden geri kalmayan pragmatik birisidir.
• Beşir: Adnan Bey’in konağında çalışan ve yaşanan yasak ilişkiye ve Nihal’in acıklı durumuna dayanamayıp her şeyi Adnan Bey’e anlatan zenci köledir.
*** Aşk-ı Memnu’dan alınan yukarıdaki olay halkasının teması “yasak aşkın ya da ihanetin sonu”dur.
*** Aşk-ı Memnu romanındaki olay halkalarında bulunan temalar, romanın temasına paralel olarak sunulan, onu değişik açılardan tamamlayan parçalardır.
3. Soru:Aşk-ı Memnu romanının teması “yasak aşk”tır. Bu tema romanda yaşanan yasak aşkın insan hayatları üzerindeki etkisi üzerinden anlatılmıştır.
4. Soru:Aşk-ı Memnu romanının teması “yasak aşk”tır.Romandaki bu tema, romanın yazıldığı Servet-i Fünun Dönemi edebiyatçılarının benimsediği “sanat, sanat içindir” anlayışıyla örtüşmektedir.Çünkü bu anlayış bireyselliği beraberinde getirir.Kendisinden önceki Tanzimat Döneminin aksine toplum sorunlarına eğilmek yerine bireysel duyuş, düşünüş ve zevk baz alındığı için böyle bir tema seçilmiştir.Servet-i Fünun romanlarında sosyal çevre, aile ile sınırlandırılarak toplum yerine aile fertleri arasındaki olaylar anlatılmıştır.Servet-i Fünun’un bütün romanlarında “aşk,kötümserlik ve kaçış” üç ana unsur olarak karşımıza çıkar.Aşk-ı Memnu romanının teması da bu bakımdan romanın yazıldığı dönemin özelliklerine uyar.
Sayfa 73
9. Etkinlik
Aşk-ı Memnu romanındaki mekanlar ve özellikleri şunlardır:
• Konak: Adnan Bey’in sahibi olduğu, kızı Nihal, oğlu Bülent ve mahiyetinde çalışanlarla birlikte yaşadığı, romandaki olayların ana merkezidir.
• Göksu: Sandal sefalarının yapıldığı, Adnan Bey’in hayatına yeni bir yön verdiği, Bihter’in içindeki kadını uyandıran dönemin meşur eğlence yeridir.
• Ada: Roman kahramanlarının ruhen sıkıldıkları zamanlarda bir kaçış ve dinlenme yeri olarak kullandıkları mekandır.
Sayfa 75 – 77
10. Etkinlik Tablo
Kronolojik Zaman
• Adnan Bey’in Göksu gezisi
• Bihter ile Adnan Bey’in evliliği
• Bihter ile Behlül’ün ilişkisinin başlaması
• Adnan Bey’in her şeyi öğrenmesi
• Bihter’in intiharı ana zamanlardır.
Zamanda Geriye Dönüşler:
• Romanda Bihter’in evliliğinin üzerinden bir yıl geçtikten sonra kendisiyle hesaplaşırken çocukluğunu hatırlaması romandaki en belirgin geriye dönüştür.
11. Etkinlik:
Olay örgüsündeki zaman, bir bütün olan kronolojik zamanın içinden alınan bir bölüm konumundadır.Kısaca söylemek gerekirse bütünden bir parçadır.
Sayfa 78
12. Etkinlik:
Verilen metinden de anlaşılacağı üzere, anlatıcı, romanın olay örgüsü, kişiler, zaman ve mekan unsurlarının belirli bir temaya göre bir araya gelip bir anlam kazanmasındaki temel taşıdır.Başka bir ifadeyle okurun gözleri durumundadır.
13. Etkinlik – Tablo
Hakim(ilahi) Anlatıcının bakış Açısı:
• her şeyi bilen, her şeye hakim anlatıcıdır.
…..
Sayfa 79
15. Etkinlik
• Aşk-ı Memnu romanında öyküleyici ve betimleyici anlatım kullanılmıştır.
• Romanda dil göndergesel işlevdedir.
• Söylenmek istenilenin karşı tarafa(alıcı) tam anlamıyla çağrışım yapması, anlatıla doğrultusunda seçilen anlatım türü ve dilin işlevi ile ilgilidir.
16. Etkinlik
• Aşk-ı Memnu romanı realizm akımı doğrultusunda kaleme alınmıştır.
• Realist anlayış Aşk-ı Memnu romanındaki olay örgüsü, kişiler, zaman ve mekan unsurları ile romanın temasının gerçekçi bir dille anlatılmasını ve okurda gerçeklik duygusu uyandırmasını sağlamıştır.
Romantizm:
- Sefiller, Yazarı: Victor Hugo, Konusu: “Jan Valjan’in yaşamı”
Realizm:
- Madame Bovary, Yazarı: Gustave Flaubert, Konusu: Yasak Aşk
17. Etkinlik
Okuduğunuz herhangi bir romanla ilgili (ör. Aşk-ı Memnu) kişisel duygu ve düşüncelerinizi yansıtan yazılar kaleme alınız.
Sayfa 80
18. Etkinlik
Tarihi Roman: Devlet Ana, Osmancık
Macera Romanı: Monte Cristo, Kontu, Robinson, Cruose,
Sosyal Roman: Sinekli Bakkal, Saatleri ayarlama Enstitüsü, Kiralık Konak
Tahlil Romanı: Eylül
19. Etkinlik:
1. Grup: Yeşil Gece adlı romandan alınan metin parçası ifadenin bir engele uğramadan akması, gereksiz söz tekrarlarından kaçınılması ile ses akışını bozan, telaffuzu zor seslelere yer vermemesi açısından akıcıdır.
2. Grup: Verilen metin parçası gereksiz ifadelerin bulunmamasını ve anlaşılması güç cümlelere yer verilmemesi açısından duru-açıktır.
3. Grup: Verilen metin parçasının sade ve süssüz olması, duygu ve düşüncelerin kesin ve kısa ifadelerle dile getirilmesi açısından yalındır. Romanın akıcı, duru-açık ve yalın olması yapısının ve temasının okura tam anlamıyla ulaşması açısından önemlidir.
20. Etkinlik:
Anlatım Bozukluğu bulunan cümleler:
• Rıhtımdaki – Kıyamet ve Mahşer gününü düşünürken bile tasavvur edemedi – kalabalığı, Galata ve İstanbul sırtlarında birbirinin üstüne kurulmuş, havalara asılmış gibi görünen binaları, kubbeleri bulanık gözlerinin ne çıldırtıcı bir ahret rüyası içinde göründüğünü hatırlıyordu.(Ek fazlalığı)
• Artık, ne düşündüğünü ne istediğini, bu dünyada vazifesi ne olduğunu biliyordu.(Ek eksikliği)
Cümlelerin düzeltilmiş halleri:
• Rıhtımdaki – Kıyamet ve Mahşer gününü düşünürken bile tasavvur edemediği – kalabalığı Galata ve İstanbul sırtlarında birbirinin üstüne kurulmuş, havalara asılmış gibi görünen binaları, kubbeleri bulanık gözlerinin ne çıldırtıcı bir ahret rüyası içinde gördüğünü hatırlıyordu.
• Artık, ne düşündüğünü ne istediğini, bu dünyada vazifesinin ne olduğunu biliyordu.
21. Etkinlik
İsim: sabah, elbise
Sıfat: siyah, yeni
Zarf: birkaç, üçgün
Zamir: bu, o
Edat: ….
Bağlaç: ile, ve
Ünlem: ….
Fiil: al- tut-
• Bu kelime türleri romanın anlamının tam olarak algılanması amacıyla kullanılmıştır.
Sayfa 81
23. Etkinlik
- Verilen metne göre Atatürk’ün en belirgin liderlik özellikleri doğuştan gelen sezgi, araştırmacı turum, çok okuma özelliği ile kararlı olması ve kararlı davranmasıdır.
Sayfa 83
Anlama Yorumlama
1. Romanın toplumun aynası olduğu düşünülürse toplum için ne kadar önemli olduğu da anlaşılacaktır.Çünkü edebi bir eser olarak roman, ortaya çıktığı toplumun maddi ve manevi bütün kültür unsurlarını başka bir deyişle zihniyetini bünyesinde barındırır.Bununla birlikte topluma yol gösterme ve ilerleme yolunda topluma öncülük etmek gibi bir işleve de sahiptir.
Sayfa 84-85-86'nın Cevapları
24. Etkinlik:
Roman olay örgüsü, birbiriyle ilişkili olayların zincirleme akışıyla oluşur ve romanın yapı unsurlarından en önemlisini meydana getirir. İşte resimdeki nar da, küçük parçaların bir araya gelmesiyle oluşan bir yapıya sahiptir.
25.Etkinlik:
Siz de okuduğunuz bir romanı (inceleme bölümünde tahlil edilen Aşk-ı memnu ile ders kitabında değişik yönleriyle verilen romanlar gibi) verilen plana göre inceleyiniz.
26. Etkinlik:
Ateşten Gömlek romanında Atatürk bir roman kahramanı gibi fakat geri planda, bir lider olarak anlatılmıştır.Onun vatanı ve milleti için yaptıkları Kurtuluş Savaşı’nın seyrine paralel olarak verilmiştir.
Ölçme ve Değerlendirme
1. ……… karakter ………
………tip ………
………kahraman anlatıcı ………
2.
D
D
Y (Romandaki anlatıcı, varlığından söz edilen hayali bir anlatıcıdır.)
3.Doğru Cevap “C” seçeneğidir. “babamın” sözcüğü gereksiz olarak ikinci kez tekrar edilmiştir.
4. C
5. B : “serin” sözcüğü sıfat, diğerleri isimdir.
6. D: “onun” ve “senin” zamirlerinden hangisi olduğu belirsizdir.
7.C
8. C: Soru sıfatı olarak kullanılmıştır.
9. B
Sayfa 89
HAZIRLIK
1. Verilen ifadeye göre tiyatro, yazılı olarak satırların içine gömülü estetik bir dünyaya hayat veren, onu canlandıran güzel sanat dalıdır.
1. Etkinlik
İnsanlığın ilk dönemlerini konu alan filmlerdeki ayin ve tören sahneleri, teatral bir nitelik göstermektedir.Yapılan konuşmalar, ayin veya tören sırasındaki belirli kurallara bağlı hareketler onun tiyatro sahnesindeki bir oyunu andırdığının belirgin işaretleridir.
Sayfa 97
İNCELEME
1. Göstermeye bağlı edebi metin örneği olan tiyatrolar, belirli sahne, dekor ve kostümler kullanılarak canlandırılan metinlerdir.İlk olarak eski Yunan’da ortaya çıkan daha sonraki yüzyıllarda gelişimini ve teknik olgunluğunu bulan tiyatro, bugün değişik türlerde örneklerini vermektedir.
Anlatmaya bağlı edebi metinlerdeki olay örgüsü, tiyatroda dramatik örgü adını alır.Yapı olarak olay örgüsü, kişiler, zaman ve mekandan oluşur.Yazıldığı dönemin zihniyet özelliklerini de yansıtan tiyatroda edebi bir dil kullanılır.
5. Etkinlik
Seyretmeye dayalı sanat dalları opera, bale, tiyatro ve sinemadır.
Seyretmeye dayalı bu sanat dalları roman, hikaye ve şiirden farklı olarak sahnede gösterilmek üzere yazılan ve sahnelenen eserlerdir.
Roman, hikaye ve şiir okumakla tiyatro yada film seyretmek arasında görsellik farkı vardır.
Seyretmek edebiyattan ayrı bir sanat dalı değildir.Çünkü seyredilen eserler, edebi kriterlere uygun olarak kaleme alındıktan sonra sahnelenir.
2.
•Tiyatro: Dram, komedi vb. edebiyat türlerinin oynadığı yer.Bu türleri, izleyiciler önünde sahnede oynama sanatı.
•Dram: Acıklı üzüntülü olayları bazen güldürücü yanlarını da katarak anlatan sahne oyunları
•Drama: Dram.
•Oyun: Sahne veya mikrofonda oynamak için hazırlanmış eser, temsil, piyes.
•Trajedi: Konusunu mitoloji, efsane ve tarihsel olaylardan alan, acıklı sonuçlarla bitirilen tiyatro türüdür.
•Sahne: Tiyatro sahnesi; bir per****k bölüm içinde kahramanların girip çıkmasıyla değişen topluluktur.
•Suflör: Oyunculara rollerinde unuttukları sözleri izleyicilere duyurmadan söyleyip hatırlatan kimse.
•Dekor: Sahneyi eserin konusuna göre döşeyip hazırlamakta kullanılan eşyalardır.
•Dramatize etmek: Bir olayı, duygu yada düşünceyi canlandırarak anlatmaktır.
•Fasıl: Tiyatroda perde karşılığıdır.
•Konduit: Sahneye çıkma sırası gelen kişileri uyarmakla görevi olan kimse.
•Jest: Sanatçıların bütün el, kol, ayak ve benzeri vücut hareketleridir.
•Mimik:Anlatımdaki yüz hareketleridir.
•Epizot: Hikayede asıl olaya karışan ikinci olaydır.
•Rejisör: Eserin sahnelenmesini yöneten yönetmendir.
•Perde: Perdenin açılmasından kapanmasına kadar geçen olaylardan oluşan bölümdür.
•Replik: Oyunda karşısındakinin sözüne gerekli karşılığı verme.
•Rol: Bir kişiliği canlandıran oyuncunun söylemesi ve yapması gereken hareketlerin genel adı.
•Tirat: Sahnede kişilerin birbirlerine karşı söyledikleri uzun sözlerdir.
3. Konuşma dışında kalan bölümler hangi oyuncuların olduğunu, hangi dekorun kullanılacağını ve oyuncuların sahnedeki hareketlerini göstermesi bakımından önemlidir.
Sayfa 98
6. Etkinlik
•Tiyatroya Gitmek: Sahnelenen bir tiyatro eserini seyretmek için eserin sahnelendiği yere gitmek, Bu kavram Tanzimat Döneminde İlk modern tiyatro eserimiz olan İbrahim Şinasi Efendinin “Şair Evlenmesi” adlı tiyatrosunu kaleme almasından sonra dilimize girmiştir.
•Temaşa Etmek: Seyretmek anlamındadır. Geleneksel Türk Tiyatrosunun verimleri olan orta oyunu, Karagöz, meddah ve köy seyirlik oyunları ile daha sonraları modern tiyatroyu izlemek için kullanılmıştır.
•Temaşa Sanatı: Sahnelenmek ve gösterilmek üzerine kurulmuş sanat dalları için kullanılan bir ifadedir.
•Görsel Sanatlar: Temaşa sanatının modern dildeki karşılığıdır.
•Tiyatro Metni: Yazılı bir metni olmayan geleneksel Türk tiyatrosunun aksine Tanzimat’la birlikte ilk tiyatro örneklerinin verilmesiyle, tiyatro eserleri için kullanılmıştır.
7. Etkinlik
“Ah şu gençlik” adlı tiyatrosundaki dramatik örgü:
• Oyuncuların sahnede ne yapacakları tartışması
• Oyuncuların müzik eşliğinde ne yapacaklarına karar vermesi
• Açık oturum yapılması
• Oyuncuların yapılan açık oturumu beğenmesi
• Oyuncuların müzik eşliğinde dans etmesi
• Oyuncuların sahnede donup kalması ve gelin ile damadın evlenmesi
• Anne – Kızın bir araya gelmesi
• Anne – çocuğun konuşmaları
• Bir evde yaşananların canlandırılması
• Başka bir evde yaşananların canlandırılması
• İş arayan bir gençle, işverenin konuşması
• ****ren bir annenin canlandırılması
4. Modern dönemde göstermeye bağlı edebi metinleri ifade etmek için “görsel sanatlar” ifadesi kullanılmaktadır.
5. Sahne ve perde dramatik örgünün seyirciye yansıtılması temel unsurlardır. Dekorun dramatize edilerek bölüme göre düzenlenmesi gerektiğinden –ki değişmeler genellikle perde aralarında yapılır- sahne ve perde tiyatro için vazgeçilmez unsurlardır.
6. Dramatik örgüyü meydana getiren parçalar, eserde verilmek istenen iletiyi seyirciye ulaştırmak amacıyla bir araya getirilmiş, bir bütünün parçalarıdır.
11. Etkinlik
2. perde ile 3. tablodaki olaylar benzer bir nitelik göstermektedir.Bu durum temanın vurgulanmak istendiğini göstermektedir.
12. Etkinlik
Metindeki kahramanlar, iletinin okur ya da seyirciye ulaşmasını sağlayan temel faktörlerdendir.
Metindeki kahramanlar işlevlerine göre şöyle gruplandırılabilir:
+ Oyun dışında bulunan fakat oyunun akışını sağlayan oyuncular(1. oyuncu...... 11. oyuncu)
+ Oyunda belirli bir rolü olan ve eserin asıl kısmını dramatize eden oyuncular(baba, kız, anne, doktor...)
Bu gruplar temanın kendilerine yüklediği zihniyetin sahnedeki temsilcisi konumundadırlar.
Sayfa 99
13. Etkinlik
Ah şu Gençlik adlı tiyatrodaki dramatik mekanlar:
- Açık oturumun yapıldığı yer
- Oyun parkı
- Ev
- İşyeri
- Doktorun muayehanesi
Dramatik metinlerde mekanlar sahnede yansıtıldığı için yazar, bu mekanların nasıl olması gerektiğini parantez içi ifadelerde verir.
Tiyatrodaki bu mekanlar, olayların yaşandığı yerlerdir ve dekorlarla görsel olarak düzenlenir.
Verilen tiyatrodaki mekanları göstermek için yazarların belirlediği özellikler kullanılır.Bu kapsamda ihtiyaç duyulan dekor malzemeleri sağlanarak sahne mekanlar için hayırlanır.
7. Olayların yaşandığı zaman ile ilgili olarak "iyi akşamlar" ifadesi dışında belirgin bir ifade kalıbı yoktur.Fakat olayların geçtiği kısımlardaki anahtar ifade, davranışlardan olayların zamanı anlaşılabilmektedir.
8. 9. etkinlikte de gösterildiği gibi anlatılan olaylar seyirciye izlettirilmek üzere düzenlenmiştir.Oyunculardan birinin yönlendirmesiyle yeni kahramanlar ve yeni olaylar adeta televizyon ekranından yansıtılır gibi verilmektedir.
14. Etkinlik
Metnin teması "kültürel yozlaşma ve gençlik"tir. Bu tema, günümüzde de geçerliliğini koruyan doğal bir gerçekliktir.Küreselleşen dünyada artık sınırlar ortadan kalkmış, kitle iletişim araçlarının yaygınlaşmasıyla da etkisini artırmıştır.Milli benliğin korunması bu noktada hayati bir öneme sahiptir.
15. Etkinlik
Ah şu Gençler adlı tiyatrosunun teması, yazıldığı dönemde de sahnelendiği dönemde de önemli bir yere sahiptir.Temanın günümüzde dahi güncelliğini koruması bunun bir göstergesidir.
Bir metnin temasının hem yazıldığı hemde oynandığı döneme göre aynı öneme sahip olması, işlenen temanın ve verilmek istenen iletinin güncel bir sorun olarak yaşandığının işaretidir.
16. Etkinlik
Akıcılık - Evet - Örnek cümle: Arkadaşlar birşeyler yapmalıyız.
Duruluk-Açıklık - Evet - Örnek cümle: Yeni bir evliliğin daha temellerini atmış bulunuyoruz.
Yalınlık - Evet - Örnek cümle: Biri ışık tutsun.Canıma yetti.Burama geldi.
Tiyatro metinlerindeki akıcılık, duruluk-açıklık ve yalınlık, onun temasının okur ya da seyirciye ulaşmasını kolaylaştırması bakımından önemlidir.
Sayfa 100
17. Etkinlik
Ah şu Gençler adlı metne bütünlük kazandıran anlam ve dil bilgisi ögeleri metnin tamamında mevcuttur.
9. Metindeki açık oturumun başladığı sahnede, gelin ile damadın evlilik sahnesinde, farklı evlerde yaşanan sahnelerde, anne-kız, anne-çocuk ve genç-işveren sahnelerinde dramatik örgüde yer alan ve metne yansıyan kısımlar verilmiştir.
Fakat metindeki kahramanların dramatik örgüye dahil olmadan önce ve sonrali konuşma, tavır, davranışları verilmemiş ve hayatlarından sadece kesitler alınmıştır.
10. Verilen metinde dil göndergesel, heyecanı dile getirme(Neeee?, Müzika!..., Üf babaaaa...) ve kanalı kontrol işevlerinde(Doktor Bey!, Tamam mı?...) kullanılmıştır.
11. Metinde öyküleyici ve tartışmacı anlatım vardır.Bu anlatım tarzı metnin tamamında mevcuttur.
12. Ah şu Gençler adlı tiyatronun sahnelenebilmesi için aktör, aktrislerle dekor malzemelerine ve tabii ki bir sahneye ihtiyaç vardır.
13. Drama, metinlerdeki kahramanlar satırlarda var olurken,sahneye aktarıldıklarında canlanan ve hayat bulan kahramanlardır.Sahnedeki oyunlarla görsellik kazanırlar.
14. Tiyatrodaki sahne ve sahne düzeninin nasıl hazırlanacağı drama metinlerindeki yönlendirmelere göre yapılabilir.
18. Etkinlik
Seyredilen bir oyunun metni ile sahnelenişi arasında metne sadık kalındığı, bazı istisnai durumlarda ise metinde istenen sahne kostüm ya da oyuncularla ilgili olarak metnin özünden ayrılmayarak değişiklikler yapıldığı görülür.
19. Etkinlik
Dram hakkında bilgi araştırınız...
20. Etkinlik
İsim: Tatil, hesap, şaka, defile
Sıfat: Acıklı, neşeli,asgari,genç
Zarf: Açık-açık,biraz,nasıl,hızlı
Zamir: Ben,sen,siz,şu...
Edat: ile
Bağlaç: de,ve,ki,ya da
Ünlem: Tiyatro,müzikal,söyle!,ya!
Fiil: aç-,iste-,gel-,ver-
Bu kelime türleri metinde edebi bir dil sağlamak ve metnin iletisini eksiksiz bir biçimde okur ya da seyirciye ulaştırmak amacıyla kullanılmıştır.
Sayfa 101 - 102 Ölçme ve Değerlendirme
1. .....aktör.....,.....aktrist.. ...
.....kostüm.....
.....rejisör.....
.....sahne.....
2.
.....D
.....D
.....D
.....D
3. C
4. C
5. E
6. A
7. B
SAYFA 118-119-120-122 Ölçme Değerlendirme
1=......,Şinasi veAhmet Mithat Efendi
.............masal
............olay örgüsü,kişiler,zaman,mekan
.............doğalcı roman
...........Sahne
...........Saf(ÖZ)
2= D Y Y D
3=A
4=E
5=A
6=D
7=B
8=D
9=E
10=B
11=B
12=C
13=A
14=A
15=E
16=E
17=D
18=E
Konferans Konusu Cevapları - İNCELEME
Bu dosya da 12.Sınıf Dil ve Anlatım Ders Kitabı Sayfa 125'ten 180'e kadar olan;
- Konferans
- Sempozyum
- Açık Oturum
- Forum (dosyaya sonradan eklendi)
- Münazara ve Bilimsel Etkinlikler
Konularının tüm cevaplarını buraya tıklayarak bilgisayarınıza indirebilirsiniz..
Ödevler bazı internet sitelerinden derlenip düzenlenerek blogkafem.blogspot.com tarafından dosya haline giterilmiştir.Bunun sebebi ise; 12.Sınıf öğrencilerine Dil ve Anlatım derslerinde faydalı olabilmesi ve internette uzun uzun vakit kaybetmeden bilgisayarlarında hazır olabilecek bir kaynak olmasıdır.
NOT : Forum konusunu dosyaya koymayı unutmuştum onu da sonradan ekledim ve linki de güncelledim.Eksik olan bir tek şiir konusu cevapları kaldı o da en kısa zamanda siteye eklenecektir.
Herkese başarılar dileriz! - blogkafem.bloıgspot.com
Diğer bütün derslerin ödevlerine ulaşmak için buraya tıklayın!
0 yorum: