10.Sınıf Edebiyat Sayfa 108 ile 126 Arası Cevaplar (Yeni Müfredat)


4.   ÜNİTE              
4. XV. Yüzyıldan XIX. Yüzyıl ortalarına kadar Osmanlı Edebiyatı


4. XV. Yüzyıldan XIX. Yüzyıl Ortalarına Kadar Osmanlı Edebiyatı
A. Coşku ve Heyecanı Dile Getiren Metinler (Şiir)
1. Divan Şiiri
HAZIRLIK
  1. Divan edebiyatı ile ilgili bir sunum hazırlayınız.
  2. Bir divan şiiirini ezberleyerek sınıfta okuyunuz.
  3. Fuzûlî'nin kişiliği ve edebî yönünü araştırınız.



1-FUZÛlî

    Fuzûlî, Azeri asıllı Türk divan şairidir. Asıl adı Mehmet oğlu Süleyman'dır. Öğrenimi hakkında kesin bir bilgi olmayıp, eserlerinden İslamî bilimler ve dil alanında çok iyi bir eğitim aldığı anlaşılmaktadır. Türkçe divanının önsözünde “Bilimsiz şiir temelsiz duvar gibidir, temelsiz duvar da değersizdir.” demektedir.
    Türkçe divanındaki şiirlerini Azeri lehçesinde yazmıştır. Aynı zamanda Arapça ve Farsça divanlarından bu dilleri de çok iyi bildiği anlaşılmaktadır. Eserlerinde kullandığı dil dönemindeki divan şairlerine göre daha sade, anlaşılır bir Türkçedir. Halk deyişlerinden bolca yararlanmıştır.
    Bedensel zevklerden ziyade tasavvufî bir aşk, ehlibeyte duyulan özlem, ayrılık acısı şiirlerinin konusunu teşkil etmiştir. Duygu ve düşüncelerini çok içten ve lirik bir şekilde ifade etmeyi kolayca başarmıştır. Bu açıdan bakıldığında Türk şiirinde karşılaştırılabileceği tek şair Yunus Emre'dir. Leyla ve Mecnun mesnevîsi aynı konuda yazılmış (Arapça ve Farsça dahil) en iyi mesnevîlerden biridir.
    İran şiirinden Hafız, Türk şiirinden ise Nesimî ve Nevâî çizgisini en başarılı şekilde kemale erdirmiştir. Kendisinden sonra gelen bütün divan şairlerini etkilemiştir.
    Kanuni'nin Bağdat'ı fethinden sonra (1534) padişaha kasideler sunmuştur. Padişah tarafından beğenilen kasideler karşılığında 9 akçelik maaşla ödüllendirilmiştir. Maaşını alamayınca Şikayetnãme'yi yazmıştır. Şikayetnãme Fuzuli'nin en önemli eserlerinden biridir. Şikâyetnâmesinde Fuzuli şöyle der: “Selam verdim rüşvet değildir diye almadılar. Hüküm gösterdim faydasızdır diye mültefit olmadılar.”
Çokça zikredilen beyitlerinden bazıları şunlardır:
Aşk imiş her ne var âlemde
İlim bir kil ü kal imiş

Mende Mecnundan füzun aşıklık isti'dadı var
Aşık-ı sadık menem Mecnunun ancak adı var

Hasılım yoh ser-i küyunda beladan gayrı
Garazım yoh reh-i aşkında fenadan gayrı

Eyle sermestem ki idrak etmezem dünya nedir
Men kimem saki olan kimdir mey ü sahba nedir

Dest busi arzusıyle ger ölsem dustlar
Kuze eylen toprağım sunun anınla yare su

Ya rab bela-yı aşk ile kıl müptela meni
Bir dem bela-yı aşktan etme cüda meni

Yılda bir kurban keser halk-ı âlem ıyd içün,
Dem be dem saat be saat men senün kurbanınam.

Başlıca eserleri:
  1. Millî edebiyat veya Cumhuriyet döneminden hece vezniyle yazılmış bir şiir, 1940 sonrasından da serbest şiir örneği getiriniz.


Artık Yaşamak İçin...Artık yaşamak için herkesten kaçacağız,
Dünya bize verecek yalnız güzellikleri,
Yalnız, semalarından dökecek ruhumuza,
Geceler mehtapları ve gündüzler seheri.

Düşünceli yürürken, bir yol dönemecinde
Çıkacak ömrümüze beyaz dallarla bahar.
Hatırlatacak bize şen çocukluğumuzu,
Erguvanlı bir bahçe, mor salkımlı bir duvar.

Tekrar yaşayacağız ümitli sabahları,
Bulacağız dünyanın o en güzel yerini.
Ebedi bir sahilde yeniden tadacağız
Kol kola sükûn dolu akşam gezmelerini.

    Ziya Osman Saba
Turan
Nabızlarımda vuran duygular ki tarihin
Birer derin sesidir, ben sahifeler de değil
Güzide, şanlı, necip ırkımın uzak ve yakın
Bütün zaferlerini kalbimin tanininde
Nabızlarımda okur, anlar, eylerim tebcil.

Sahifelerde değil, çünkü Atilla, Cengiz
Zaferle ırkımın tetviç eden bu nasiyeler,
O tozlu çerçevelerde, o iftira amiz
Muhit içinde görünmekte kirli, şermende;
Fakat şerefle numayan Sezar ve İskender!

Nabızlarımda evet, çünkü ilm için müphem
Kalan Oğuz Han'ı kalbim tanır tamamiyle
Damarlarımda yaşar şan-ü ihtişamiyle
Oğuz Han, işte budur gönlümü eden mülhem:

Vatan ne Türkiye’dir Türklere, ne Türkistan
Vatan, büyük ve müebbet bir ülkedir: turan

        Ziya Gökalp
Ziller Çalacak
Zil çalacak... siz derslere gireceksiniz bir bir.
Zil çalacak... ziller çalacak benim için,
Duyacağım evlerden, kırlardan, denizlerden,
Tâ içimden birisi gidecek uça ese..
Ama ben, ben artık gidemeyeceğim.
Zil çalacak...siz geminize, treninize gireceksiniz
Zil çalacak, ziller çalacak benim için, bir bir
Duyacağım iskelelerden, istasyonlardan bütün,
Tâ içimden birisi koşacak ardınızdan..
Ama ben, ben artık gelemeyeceğim.
Sonra bir gün bir zil çalacak yine,
Hiç kimseler, kimsecikler duymayacak:
Ne sınıflar, ne iskeleler, ne istasyonlar, ne siz...
Tâ içimden birisi birisi kalacak oralarda
Ben gideceğim.
Zeki Ömer Defne


  1. Necati'nin hayatı ve edebî kişiliğini araştırınız.

   Hayatı hakkında az bir bilgi bulunan Necati Bey'in doğum tarihi bilinmemektedir. Genel kanıya göre gerçek ismi "İsa"dır. Fakat bazı kaynaklarda gerçek ismi "Nuh" olarak geçmektedir. Doğum yerinin Kastamonu olduğu düşünülmektedir. Diğer birçok divan edebiyatçısından farklı olarak özel bir eğitim görmemiş, kendi kendisini geliştirmiştir. Kısa zamanda eserleriyle halkın ilgisini ve beğenisi kazanmış, üne kavuşmuş ve dönemin ünlü isimleri tarafından övülmüştür. Üne kavuştuktan sonra Şehzade Abdullah'ın divan kâtipliğini yapmış, bir süre de sarayda çeşitli görevlerde çalışmıştır. 1509 yılında öldüğü düşünülse de bu tarih kesin değildir.
   Necati, Türk divan şiirinin gelişme döneminin (15. yy sonları - 16. yy başı) en önemli isimlerindendir. O zamana kadar Türk divan şiirini fazlasıyla etkileyen İran şiirinden uzaklaşarak, halkın diline ve kültürüne önem vermiş, bunu da şiirine yansıtmıştır. Kullandığı yalın dil ile halka ve yaşama yakın bir tabiat sergilemiş, fazla süslü bir üsluptan kaçınmıştır.Ayrıca divan edebiyatında ata sözlerini kullanarak millileşme akımını başlatmiştır

  1. Şiirde "sözcüklerin önemi nedir? Her sözcük şiirde kullanılabilir mi? Düşüncelerinizi belirtiniz.

Şiir yoğun anlamlı metinlerdir. Bu yoğun anlamı vermek için şair sözcükleri seçerek kullanır. Bu yüzden divan şiirinde sözcük seçimi çok önemlidir.
  1. Bir şiirden her dinleyen aynı şekilde etkilenebilir mi? Bunun eğitimle de ilgisi var mıdır? Açıklayınız.

Hayır, şiiri her dinleyen aynı şekilde etkilenmez. Kişinin eğitimi, içinde bulunduğu duygu atmosferi, çevresi vb. şiirin üzerinde etkisi vardır.

İNCELEME
1. Metin
Gazel
Lâle-hadler yine gülşende neler etmediler
Servi yürütmediler gonceyi söyletmediler
Taşradan geldi çemen sahnina bîçâredürür
Devr-i gül sohbetine lâleyi iletmediler
Âdeti hûblarun cevri cefâdur ammâ
Bana etdüklerini kimselere etmediler
Hamdülillâh mey-i can-bahş ile sâkîlerimüz
Âb-ı hayat ile Kevser suyum istetmediler
Ey Necâtî yürî sabreyle elünden ne gelür
Hûblar cevr ü cefâyı kime öğretmediler
Necatî
Feilâtün (Fâilâtün) Feilâtün Feilâtün Feilün (Fa'lûn)

Günümüz Türkçesiyle
  1. beyit: Al yanaklı güzeller, gül bahçesinde gene neler yapmadılar! Selviye nazlı nazlı sallanmak cesareti ve goncaya açılmak fırsatı vermediler.
  2. beyit: Lale, bahçeye dışarıdan gelen bir zavallıdır; ondan dolayı onu gül devri sohbetine sokmadılar.
  3. beyit: Güzellerin huyu zaten cevir ve cefa ise de bana ettiklerini kimselere etmediler.
  4. beyit: Allah'a hamdolsun ki sakilerimiz cana can katan şarapla, bize abıhayatı ve Kevser suyunu aratmadılar.
  5. beyit: Ey Necati! Yürü, sabret; elinden başka ne gelir? Güzeller cevirle cefayı kime öğretmediler ki...


Şiirin yapısıyla ilgili, 9. sınıf Türk edebiyatı 2. ünitesinden de faydalanarak aşağıdaki soruları cevaplandırınız.
a.    Şiirin bütününde ve birimlerinde ne anlatıldığını kısaca yazınız. Birimler arasındaki ilişkiyi
tartışınız. Sonuçları yazılı olarak ifade ediniz.
b.    Şiirde matla, makta, mahlas beytini ve beytü'l gazeli gösteriniz.
c.    Gazelden bir veya iki birim attığımızda gazelin anlamında değişiklik olup olmadığı ve
birimlerin ortak bir tema etrafında birleşip birleşmediğini belirtiniz.
Değişiklik olmuyor. Çünkü şair her beyitte anlamı tamamlamıştır.

Birimlerde anlatılanlar


GAZEL
Birim Sayısı
      5
Birim değeri
Beyit (2)
Birimler Arası İlişki
Sevgilinin yaptıkları
Matla beyti
Birimler arasında genel olarak bir ilişki yoktur.
Lalenin durumu
Güzellerin yaptıkları
Beytü’l-Gazel
Şiirin Teması
Sakilerin aşığa sundukları
Mecazi aşk
Necati’nin sabrı
Makta-Mahlas


d.    Şiirde anlatılanların yaşanabilirliğini tartışınız. Sonuçları defterinize yazınız.
Şiirde anlatılanlar yaşanamaz. Şair duygularını hayalleriyle süsleyerek dile getirmiştir.
e.    Yapı özelliklerini belirlediğiniz şiire ne ad verildiğini şiirin başlık bölümüne yazınız.
Şiirin beş birimden oluşması, konusunun aşk olması, ilk beyitinin kendi arasında, sonraki beyitlerin xa-xa-xa-xa şeklinde kafiyelenmesi, son beyitte şairin mahlasının bulunması şiirin gazel olduğunu göstermektedir.
f.    Her beyit kendi içinde bir bütün oluşturuyor mu? Belirtiniz.
Evet her beyit kendi içinde bir bütündür. Yani şair her beyitte anlamı tamamlamıştır. Yüzden şiire belli isim verilemiyor.
g.    Beyitlerin ve şiirin temasını belirtiniz.
Beyitlerin ve şiirin teması mecazi aşktır.
2. Etkinlik
Gazelin ahenk özelliklerini bularak aşağıdaki tabloya yazınız.
KAFİYE-REDİF
ÖLÇÜ
etmediler-söyletmediler >”mediler”  redif, “et”ler tam kafiye
Aruz ölçüsü
SES-SÖYLEYİŞ
Aruz ölçüsüyle beyitler halinde söylenmiştir. Her kelime aruz kalıbına uygun seslerden seçilmiştir.


a. Aşağıda verilen kelime ve kelime gruplarının niteliklerini, şiirde kullanılış şekillerini belirleyiniz. Sonuçları yazılı olarak ifade ediniz.
Servi: Sevgilinin boyu ve nazlı nazlı salınışı selvi(kavak ağacı)ye benzetilmiştir.
Lale-had: lale kırmızı renginden dolayı şiirde sevgilinin yanağına benzetilmiştir.
Gonca: Tam açılmamış güle gonca denir. Şiirde konuşma fırsatı bulamayan sevgili yerine kullanılmıştır.
Abıhayat: hayat suyu, hayatın devamına vesile olan kan, ebedî hayata sebep olan mânevi değerler, kevser suyu gibi anlamlara gelir. Beyitte ölümsüzlük suyu anlamında kullanılmıştır. Abıhayata; bengi su, abı hayat, hayat suyu ya da dirilik suyu da denir.
Aslında ayrı ayrı mitolojik dizgelerde karşılaşılan bir anlayıştır. Bengi su'ya, söylenceler ve mitolojik metinlerden başka dini kitaplarda, Hızır'ın adıyla bağlı ve Musa'nın öyküsü anlatılırken karşılaşılır. Anlatılara göre bu suyu ilk içenler Hızır ve İlyas -peygamberler- olmuştur. Bengi su ve sonsuz yaşam aktarışıyla bağlı çok sayıda anlatı olsa da bu anlatılar, eski yeryüzü uygarlıklarında, Gılgamış, Oğuz Han ve İskender Zülkarneyn gibi, yalnız birkaç kişinin adıyla bağlantılı düşünülmüştür. Bu anlatılar arasındaki bağlılık araştırıldığında, Bengi su ile ilgili anlatıların kökeninin Sümerler olduğu anlaşılmıştır. Sonraki dönemlerin araştırmaları ise Bengi su ile bağlı anlatıların kökünden daha eski geleneklerde aranması gerektiği görüşünü doğrulamıştır.
Adına bazen 'Dirilik Suyu' denilen Bengi su, Zulmet diye tanımlanan karanlık ve bilinmeyen bir dünyada gizlidir. İskender'de Bengi suyunun peşinden Zulmet'e kadar gider, ancak onu elde etmeyi başaramaz. Onun adıyla ilgili Bengi su, yaratıcı başlangıç sayılan ilk karmandan (kaos - sudan), dirilik verme, sonsuz yaşatma, ölümsüzleştirme imlerini alıp, kendinde saklamıştır. Bu anlamda Bengi suyu simgesinde, yaratılış mitinde olan başlangıç gibi, ilk suyun izlerini bulmak mümkündür. Yani, suyun varlığa yaşam veren gücü, çeşitli inanç dizgelerinde onun, sonsuzluğa kavuşturan ve ölümsüzlük kazandıran güç olduğuna dair görüşlerin ortaya çıkmasına yol açmıştır.
Bengi suyunun yaşam verme gücü üstüne ilk düşüncelere anlatılarda rastlanır. Örneğin ölen kahramanın üstüne su serpilmesiyle, hapşırıp ayağa kalkması, karşılaşılan konulardan biridir. Söylence ve anlatılarda, bazı kahramanların Bengi su içerek ölümsüzlük kazanmaları da sık görünür. Aşk masallarında buta alarak, inanılmaz güzelleşen kahramanın içtiği Işık kadehi'nin de Bengi su ile dolu olduğu söylenir. İnanışlarda Bengi suyunun eskiden gelen, karışık bir anlamı vardır. Yani o da bir semboldür. Tasavvuf şairleri, onunla ilgili şöyle demişlerdir: "Toprağı düşen adi tohuma can veren su, dirilik suyu değilse, nedir o zaman?"
Birçok efsaneye göre ab-ı hayat sadece zulmet ülkesinde bulunur. Bazı kaynaklarda ise kızıl denizinin derinliklerinden çıkarılan bir bitki (galsam otu) ya da (şahı galsam) olduğunu söyler.

Lale:     Lale Divân şiirinde kırmızı rengi ile sevgilinin yanağı ve âşığın gözyaşları lâleye benzetilir. Lâlenin ortasındaki siyahlık sevgilinin yanaklarına özenme ve onu kıskanma dolayısıyla bağrında meydana gelmiş bir yara, dağlama olur. Ciğeri kan olmak, bağrı yanmak, pürhun olmak vs. bu nedenle kullanılır. Ortasındaki karalığı ile lâle, üzerinde ben olan bir yanaktır. Sevgilinin yanağı ve âşığın gözyaşları lâleden daha kırmızıdır. Divân şâirinin sözünü ettiği lâle, çok zaman şakayık denilen gelincik lâlesidir.

b. Saki ve mey sözcükleri arasındaki anlam ilişkisini aşağıya yazınız.
Saki divan edebiyatında içki dağıtan kişilere verilen isimdir. Mey ise içki demektir. Saki içki meclislerinde mey dağıtır. Bu nedenler saki ile mey arasında yakın bir ilişki vardır.

c. Gazelde geçen imgelerin kullanıldığı başka şiirlerden hatırladıklarınızı okuyunuz.
Ne yanar kimse bana âteş-i dilden özge
Ne açar kimse kapım bâd-ı sabâdan gayrı
 (Benim için gönül ateşinden başka yanan kimse yoktur / Sabah rüzgârından başka kapımı da kimse açmaz.) dizelerindeki "sabah rüzgârı sözü, yalnızlığı ve ilgi görmemeyi dile getiren, çağrışım gücü yüksek bir imgedir.

Şehîd-i aşkın oldum lâle-zâr-ı dağdır sînem
Çerâğ-ı türbetim şem’-i mezârım varsa sendendir.
Şeyh Galip

‘‘ Gül hasretinle yollara dutsun kulağını
Nergis gibi kıyamete dek çeksün intizar’’

Bakî  

ç. Şiirde kendi anlamının dışında kullanılan kelimeleri belirtiniz.
Saki, gonca, selvi, mey, Gülşen, lale…

4. Etkinlik

Şiirdeki edebî sanatları bulunuz. İmgelerle söz sanatlarının şiirdeki işlevini aşağıya yazınız.
Lale-had-istiare
Lale-gonca-selvi-tenasüp
Çemen-teşhis
Ey-nida
Şiirde imgelerle söz sanatlarının işleri şiiri daha ilgi çekici hale getirmektir. Divan şiirinde söz sanatları ve imge çok önemli bir yer tutar.

5. Etkinlik
Gazelin hangi gelenekte yazıldığını belirtiniz.
Şiir divan şiiri geleneğine bağlı kalınarak yazılmıştır.


6. Etkinlik
Şiirin size hissettirdiklerini ve şiirle ilgili yorumlarınızı aşağıdaki boş bırakılan yere yazınız.
Hissettiklerim, Yorumlarım

7. Etkinlik
a.    Necati'nin hayatı ve edebî kişiliği hakkındaki araştırmaları okuyunuz.
b.    Eserle şair arasındaki ilişkiyi tartışınız. Sonuçları sözlü olarak ifade ediniz.

Eser ile şair arasında doğrudan bir ilişki vardır. Şair kendi kültürünü, düşüncelerini, inançlarını eserlerine yansıtır. Biz şiire bakarak şairinin duygu ve düşüncelerine ulaşabiliriz.

8. Etkinlik
Şîrler pençe-i kahrımda olurken lerzân Beni bir gözleri âhûya zebûn etti felek
Yavuz Sultan Selim (Selimî) Aslanlar kahreden pençelerimde titrerken
Felek beni gözleri âhu gibi olan bir güzel karşısında aciz bıraktı.

a.    Osmanlı Devleti'nin üç kıtaya yayıldığı Yavuz Sultan Selim devrini de düşünerek yukarıdaki
beyitte bulunan ses akışını ve onun çağrıştırdıklarını anlatınız.
Devrin özelliği şiire yansımış. Çünkü şairler devrin koşullarından etkilenir ve bunu eserlerine zihniyet olarak yansıtır. Bizde bu şiirde Yavuz Sultan Selim devrinin ihtişamını görmekteyiz.
b.    Necati şiirini bir kurala dayandırarak mı yazmıştır? Divan edebiyatında hangi nazım şekilleri
vardır? Bu şiirin nazım şekli nedir?
Nacati şiirini gazel nazım şeklinin kuralına göre yazmıştır. Divan edebiyatında başlıca nazım şekilleri şunlardır:



1-GAZEL

Divan şiirinde; çok yaygın olarak kullanılan bir nazım şeklidir.  Aruz öçlüsüyle yazılır. Birinci beyit kendi arasında kafiyeli, diğer beyitlerin birinci mısraları serbest, ikinci mısraları birinci beyit ile kafiyelidir. Kafiye düzenini şematik olarak belirtmek gerekirse aa / ba / ca / da / ea / fa şeklinde ifade etmek mümkündür. Gazellerde beyitler arasında mana birliği olabileceği gibi, her beyit ayrı bir konuyu işlemiş de olabilir.
Gazellerde aşk duyguları, şarap âlemleri, tabiat güzellikleriyle birleşmiş bir şekilde, canlı ve akıcı bir üslûpla dile getirilir.
Gazelin ilk beyitine matla, son beyitine makta adı verilir. Matla beyitinden sonra gelen beyite hüsn-i matla, makta beyiti'nden bir önceki beyite ise hüsn-i makta denir. En güzel beyitine beyt'ül gazel, beyitleri arasında konu birliği bulunan gazellere yek-ahenk gazel, her beyiti aynı mükemmellikte söylenmiş olan gazellere ise yek-avaz gazel denir.
Mısra sonlarındaki kafiyelerden aynı olarak mısra içlerinde de kafiye bulunan gazellere musammat gazel adı verilir. Değişik konularda yazılmış olmakla beraber, gazeller genellikle birer aşk şiirleridir. Sevgi bitmez tükenmez temasıdır. Gazellerin isimlendirilmeleri ya rediflerine göre veya ilk mısralarına göre olur. Ayrı kelime halinde redifleri olan gazeller bu rediflerine göre, olmayanlar ise ilk mısralarına göre adlandırılır.
Divan edebiyatının en yaygın kullanılan nazım biçimidir. Önceleri Arap edebiyatında kasidenin tegazzül adı verilen bir bölümü iken sonra ayrı bir biçim halinde gelişmiştir. Gazelin beyit sayısı 5-15 arasında değişir. Daha fazla beyitten olaşan gazellere müyezzel ya da mutavvel gazel denilir.

2-MÜSTEZAT

Bir gazelin her dizesine bir kıt’a dize ekleyerek oluşturulan şiir biçimidir. Çoğunlukla aruzun "mef’ûlü/ mefâîlü/ mefâîlü/ feûlün kalıbı kullanılarak yazılırlar. Her dizeden sonra bu kalıbın ilk ve son birimleri olan mef’ûlü/ feûlün kalıbına uygun bir kısa dize söylenir. Eklenen bu kısa dizeye ziyade denir. Ziyadeler dizeden sayılmadığı için iki uzun iki kısa dizeden oluşan 4 dize bir beyit sayılır. Kısa dizeler okunsa da okunmasa da beytin anlamı bir bütün oluşturur. Ziyadesi bir satırdan fazla olan müstezatlar da vardır. Tez ziyadeli müstezatlara "sade" çift ziyadeli olanlara ise "çift" adı verilir.
3-KASİDE
Daha çok din ve devlet büyüklerini övmek amacıyla yazılan şiirlerdir. Kaside şairlerine kaside-gü (kaside söyleyen), kaside-sera ya da kaside-perdaz (kaside yazan) denir. Kaside 6 bölümden oluşur:
Birinci bölüm 15-20 beyitliktir. Bu ilk bölüme, âşıkane duygular yer alıyorsa
"nesib", bahar, tabiat, bayram gibi konulara değiniliyorsa "teşbib" adı verilir.
İkinci bölüm
girizgah ya da girizdir. Genellikle tek beyitten oluşur ve burada şair medhiyeye (övgüye) geçeceğini bildirir. Girizgah konuya uygun ve nükteli olmalıdır. Üçüncü bölüm medhiyedir. Bu bölümde asıl konu anlatılır. Beyit sayısı konuya ve şaire göre değişen medhiye bölümü kasidenin en sanatlı beyitlerini içerir. Kasidenin dördüncü bölümü tegazzüldür. Tegazzül, 5-12 beyit arasında değişir. Kasidenin başında ya da sonunda yer alabilir. Bu bölüm her kasidede bulunmayabilir.
Beşinci bölüm
fahriyedir. Şair bu bölümde de kendisini över. Kasidenin son bölümü duadır. Bu bölümde önceki beyitlerde övgüsü yapılan kişi için dua edilir.
Kasideler, nesib bölümünde ele alınan konuya göre göre
kaside-i bahariyye, kaside-i ramazaniyye, kaside-i hammamiyye olarak adlandırılır. Uyaklarına göre r harfi ile bitiyorsa kaside-i raiyye, l harfiyle bitiyorsa kaside-i lamiyye, m harfiyle bitiyorsa kaside-i mimiyye diye anlandırılır. Rediflerine göre de, tevhid, münacaat, methiye diye bölümlenir. Kasidenin en güzel beyiti "beyt-ül kaside"dir. Şairin adının geçtiği beyite ise "taç beyit" denir. Diğer şekil özellikleri gazele benzer.
4-MESNEVÎ
    Kelime anlamı “ikili, ikişer ikişer”dir. İran edebiyatından alınmıştır. Klâsik halk hikâyeleri, destanî konular, aşk hikâyeleri, savaşlar, dinî ve felsefî konuları işlenir. Konu ne olursa olsun olaylar masal havası içinde anlatılır.      Divan edebiyatının en uzun nazım şeklidir (beyit sayısı sınırsızdır). 20-25 bine kadar çıkabilir. Mesnevîde her beyit kendi içinde kafiyelidir: aa bb cc dd ee ...  

5-KIT’A:

    Genellikle iki beyitten oluşan şiirlerdir. Beyit sayısı bazen daha fazla olabilir. Kafiye düzeni gazelde olduğu gibi aa – xa – xa – xa … dır. Kıt’a’larda nükte, yergi ve fikir konuları işlenir.
DÖRTLÜKLE KURULANLAR

1-RÜBAİ

Rubai, kendine özgü bir ölçüsü olan, 4 dizelik ( mısralık ) bir nazım biçimidir. Rubailerde birinci, ikinci, dördüncü dizeler uyaklı, üçüncü dize ise serbesttir. İki beyitlik kıtalar biçiminde yazılmış rubailer de vardır. Her dizesi birbiriyle uyaklı rubailere "rubai-i musarra" ya da "terane" adı verilir.
Rubainin her dizesi ayrı bir ölçüde olabildiği gibi, dört dizesi de aynı ölçüde olabilir. Rubailer genellikle mahlassız şiirlerdir. Ve divan şairlerinin divanlarının sonunda rubaiyyat başlığı altında sıralanırlar. Bu türün tartışmasız en büyük şairi Ömer Hayyam’dır.
    Türk edebiyatında Mevlânâ’nın Farsça yazdığı felsefi rubailer bu türün hızla yayılmasına neden oldu. Kara Fazlî, Fuzuli 16. yüzyılda bu türün en usta örneklerini verdiler. Divan edebiyatı’nda 17. yüzyıl rubainin altın çağı oldu. Azmizade Haletî, yazdığı bin kadar rubai ile "en büyük Osmanlı rubai şairi" olarak tanındı. Cumhuriyet döneminin en büyük rubai ustası ise Yahya Kemal Beyatlı’dır. Arif Nihat Asya ise rubailerini "Rubaiyyat-ı Arif " adlı eserinde toplamıştır.

2-TUYUĞ

    Tuyuğ, Türklerin yaratıp Divan şiirine kazandırdığı nazım şeklidir. Maninin Divan edebiyatındaki karşılığı sayılabilir.
    Tek dörtlükten oluşur. Kafiyelenişi rubaiyle aynıdır: aaxa. Genellikle lirik tarzda olan ve aaaa şeklinde kafiyelenen tuyuğlara "Musarra Tuyuğ" denir. Manide olduğu gibi, cinaslı uyak kullanılır. Halk şiirinde 11'li kalıpla söylenen mani biçimindeki şiirlere de tuyuğ denir. Aruzun yalnız "fâilâtün - fâilâtün - fâilün" kalıbıyla yazılır.
    Rubaide işlenen konular tuyuğda da işlenir. 14. yüzyıl Azerî şairi Kadı Burhanettin bu türün kurucusu sayılır. Çağdaşı Azerî şairi Nesimi ve 15. yüzyıl Çağatay şairi Ali Şir Nevai bu türde çokça ürün vermişlerdir.

3-MURABBA

    Murabba bent adı verilen dört dizelik kıt'alardan oluşan şiir türüdür. Kelime anlamı "dörtlük" demektir.
    Uyak düzeni genelde aaaa/bbba/ccca/ddda/... şeklinde olmakla beraber, ilk bendi kafiyeli olmayan ya da sonraki bentlerde kafiyesi tekrarlanmayan murabbalar da vardır. Çoğu zaman üç ila yedi bentten oluşur.
    Divan edebiyatında 15. yüzyılda sultanü'ş-şuara (şairler sultanı) unvanlı Ahmet Paşa tarafından kullanılmıştır. Tanzimat edebiyatında da Namık Kemal bu türün başarılı örneklerini vermiştir.
    19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren şarkı şeklinde bestelenen eserlerin büyük bir kısmı murabba tarzında yazılmıştır.

4.ŞARKI

    Divan şiirine Türklerin kazandırdığı bir türdür. Şarkı, Divan şiirinde bestelenmek için, uygun ölçü kalıpları ile yazılan ve çoğunlukla 4 dizelik bendlerden oluşan nazım birimidir. Kafiye düzeni; x değişken aa xa şeklindedir.
Aruz ölçüsünün her kalıbı ile kullanılır. Dörtlüklerden kurulan musammat da denebilir. Murabbaya benzer. 5 ya da 6 dizelik bendlerden de oluşabilir. Üçüncü dizeye meyan, dördüncü dizeye nakarat denir. Aşk, sevgili, ayrılık, içki ve eğlence konularında yazılır. Divan edebiyatının ilk şarkı yazarı Nail-i Kadim’dir. Lale Devrinde ise en önemli temsilcisi Nedim’dir. En çok şarkıyı Enderunlu Vasıf yazmıştır.
Müzikte, türkünün karşıtı olarak, Şarktan gelen, batılı anlamında kullanılır.
    Şarkı çeştli ses sanatçıları tarafından söylenerek Türk toplumunun musikisinde önemli bir yer tutmaktadır. Şarkıda şair son bendde mahlasını söyler. Şarkıda her bentin üçüncü mısrası miyan(orta) miyanhânedir. Miyan daha çok şarkının en güzel ve dokunaklı bölümüdür. Bestenin en önemli bölümüdür. Şarkıların konusu genellikle aşk, sevgilinin güzelliği, eğlence ve içkidir. Halk edebiyatında türkü türünün divan edebiyatına yansıması gibidir.

BENTLERLE KURULANLAR:

1-TERKİB-İ BENT

Terkib-i bend bentlerle kurulan uzun bir nazım biçimidir. Yaşamdan, talihten şikâyet; felsefî düşünceler, dinî, tasavvufî konular ve toplumsal yergilerin işlendiği şiirlerdir. En az beş en fazla on bentten oluşur. Her bent de beş ila 10 beyitten oluşur. Bentlerin kafiye düzeni gazele benzer. Her bendin (terkib-hane, kıta) sonunda vasıta beyti denen bir beyit vardır. Her bendin sonunda farklı vasıta beyitleri kullanılır. Bunlar bentlerden ayrı olarak kendi aralarında uyaklanır. Bentlerin kafiyelenişi gazeldeki gibidir. aa xa xa xa xa xa bb cc xc xc xc xc xc dd ... (aa aa aa aa aa aa bb cc cc cc cc cc cc dd) Edebiyatımızda Bağdatlı Ruhî ve Ziya Paşa bu türün iki önemli şairidir. İkisi de toplumsal konularda terkib-i bent yazmıştır.

2-TERCİ-İ BEND

Terci-i bend, uyakları(kafiyeleri) gazel biçiminde düzenlenmiş "hane" adı verilen 5-10 beyitlik şiir parçalarının (genellikle 5-12 hane) "vasıta" denen ve sürekli yinelenen bir beyit ile birbirine bağlanmasından oluşan nazım biçimidir.
    Bent sayısı ve bentlerdeki beyit sayısı bakımından terkib-i bentle aynıdır. Beyitler terkib-i bent gibi uyaklanır. Terci-i bentte bentleri birbirine bağlayan vasıta beyiti her bentten sonra aynen tekrarlanır.
    Terci-i bentte vasıta beyiti aynen tekrarlandığı için konular arasında uyum olmak zorundadır. Dolayısıyla terci-i bentte konu bütünlüğü vardır. Vasıta beyitinin uyaklanışı ise farklıdır.

3-MÜSEDDES

Aynı ölçüde altışar dizelik bendlerden oluşan nazım biçimidir. İlk bendin bütün dizeleri birbirleriyle, sonraki bendlerin bir ya da iki dizesi ilk bend ile uyaklıdır. İlk bendin son ya da son iki dizesi her bendin sonunda yinelenirse "mütekerrir müseddes", sonraki bendler ile ilk bend yalnızca uyak yönünden benziyorsa "müzdeviç müseddes" adını alır. Müseddeslerin uzunluğu 5-8 bend arasında değişir. Konuları tasavvuf ve felsefedir.

4-MUHAMMES

Muhammes, beş dizelik bölümler halinde söylenen nazım şeklidir.
      Bir muhammesin ilk beşliğindeki son dizenin, aynı beşlikteki diğer dört dize ile kafiyeli olması şart değildir. Beşlik sayısı bir kayda bağlı değildir. Bend sayısı 4-8 arasında değişir. Aruz ölçüsüyle yazılır.
    İlk bendin 5 dizesi birbirleriyle, sonraki bendlerin son bir ya da iki dizesi ilk bend ile uyaklıdır. Son bir ya da iki dize, her bendin sonunda aynen tekrarlanıyorsa bu muhammese "muhammes-i mütekerrir", bu dizelerin ilk bend ile yalnızca uyak yönünden uyuştuğu muhammeslere ise "muhammes-i müzdeviç" adı verilir. Muhammeslerde çoğunlukla felsefî düşünceler, tasavvuf konuları ele alınır. En çok Muhibbî (Kanuni Sultan Süleyman) eser vermiştir.
    Muhammes her konuda yazılabilir. Felsefî bir fikir, bir düşünce, bir dünya görüşü, övgü, aşk, sevgiliyi özleyiş muhammeslerin konusu olabilir. Son bendde şair ler mahlaslarını söylerler.

5-TAŞTİR

Taştir, bir gazelde her beytin iki mısrasının arasına iki veya üç mısra ekleyerek manzume meydana getirmektir. Divan edebiyatı nazım şeklidir.
    Kelime, Arapça "bir şeyin yarısı, iki cüzünden bir cüzü" anlamındaki şatr kökünden gelir. Taştirde, aynı vezin ve kafiyede, araya iki mısra girerse terb-i mutarraf, üç mısra girerse tahmis-i mutarraf olur.
    Edebiyatımızda XVIII. yüzyıldan sonra örnekleri görülen taştir çok az kullanılan bir şekildir. En çok Halveti şeyhlerinden Aydi Baba yazmıştır.
B-TÜRLER
1-Münacat
    Konusu Allah’a yakarış olan şiirlerdir. Genellikle kaside, ender olarak da gazel, kıta, mesnevî biçiminde yazılmıştır. Türk edebiyatına 13. yüzyıldan sonra girdi. Divan şairlerinin genellikle divanlarının başına koydukları münacatların temel konusu, zayıf ve çaresiz durumdaki insanın yüce ve güçlü Allah’a yalvarıp ondan yardım istemesidir. Hazreti Muhammet’i övmek amacıyla yazılmış şiirlerdir. Hazreti Muhammet’in çeşitli özellikleriyle mucizelerinin dile getirildiği bu şiirler daha çok kaside biçimiyle yazılmıştır. Na’t’lara divanların başında tevhid ve münacatlardan sonra yer verilmiştir. Na’t yazmakla ünlü kişilere na’t-gü, özel dinsel törenlerde na’t okuyanlara ise na’t-han denir. Fuzuli’nin Su Kasidesi divan edebiyatının en tanınmış na’tıdır Türk tasavvuf müziğindeki bir form da bu adla bilinir.
2-Tevhid
Allah’ın birliğini ve ululuğunu anlatan şiirlere tevhid denir. Genellikle kaside biçiminde yazılırlar. Tevhidde Allah’ın büyüklüğü, sıfatları, kudretinin sonsuzluğu, tasvir ve hayal edilebilen şeylerden soyutlanması, hiçbir şeyin ona eş ve benzer olamayışı, bütün kudret ve ilimlerin ona ait oluşu gibi özellikler sanatlı bir üslûpla anlatılır. Allah karşısında kulun acizliği vurgulanır. En ünlü tevhid manzumesini Nâbî yazmıştır.
3-Na’t
    Na’t öncelikle, Hz. Peygamber’i övmek, ona duyulan saygı, sevgi ve şevki dile getirmek, ondan şefaat dilemek gibi amaçlarla yazılan manzumeler için kullanılır. Bunların nazım şekilleri çeşitlidir: Gazel, kaside, mesnevî, terkib-i bend, terci-i bend, müstezad vs. olabilir, beyitler veya dörtlüklerle yazılabilir; Beyit sayısı 6-7’den, yüzlerce beyte kadar değişir.
    Na’t, özellikle Hz. Peyganber için yazılan manzum eserdir; ancak tasavvufun etkisiyle bazı veliler ve tarikat pirleri için de na’tlar yazıldığı olmuştur; Na’t-ı Hazret-i Ali, Na’t-ı Mevlânâ gibi.
4-Medhiye
          Bir kimseyi övmek için genellikle kaside biçiminde yazılan şiir ya da düzyazıdır. Az olmakla birlikte gazel, mesnevî, musammad gibi nazım biçimlerinde mediyeler de vardır. Padişah, vezir, şeyhülislam gibi devlet ileri gelenleri ya da halifelerle, başka din ve tarikat büyükleri için yazılmışlardır. Bu türün en güzel örneğini Nef’i vermiştir.
5-Hicviye
    Bir kişiyi, kurumu, toplumsal olayı, geleneği yeren söz, düzyazı ya da şiir türüne verilen addır. Hicviye, gazel, kaside, murabba, muhammes gibi nazım biçimleriyle yazılmıştır. Divan edebiyatında en önemli hicviyelerden biri Nef’i’nin Siham-ı Kaza’sıdır.
6-Mersiye
    Bir ölünün ardından duyulan üzüntü ve acıyı anlatmak, ölen kişiyi övmek amacıyla kalema alınan düzyazı ya da şiirdir. Kutsal günlerde, ölüm törenlerinde mersiye okuyan kişiye de mersiyehan denir. Lirik bir anlatımın egemen olduğu manzum mersiyeler genellikle terkib-i bend biçiminde yazılır. Ayrıca kaside ve terci-i bend biçiminde yazılmış manzum mersiyeler de vardır. Yahya Bey, Rahmî, Fazli, Nisayi, Müdami’nin, Kanuni Sultan Süleyman’ın oğlu Şehzade Mustafa için yazdıkları mersiyeler gibi. Ayrıca savaşlarda kaybedilen yerler için yazılan mersiyelere "vatan mersiyesi" denir. Hayvanların ölümü için yazılmış mersiyeler de vardır.



2. Metin - Su Kasidesi

Su Kasidesi
  1. Saçma ey göz eşkden gönlümdeki odlara su

Kim bu denlü dutuşan odlara kılmaz çâre su
  1. Âb-gûndur günbed-i devvâr rengi bilmezem

Yâ muhît olmış gözümden günbed-i devvâra su
  1. Vehm ilen söyler dil-i mecrûh peykânun sözin

İhtiyât ilen içer her kimde olsa yara su
  1. Suya virsün bâğ-bân gül-zârı zahmet çekmesün

Bir gül açılmaz yüzün tek virse min gül-zâra su
  1. Ârızun yâdıyla nem-nâk olsa müjgânum n'ola

Zâyi olmaz gül temennâsıyla virmek hâra su
  1. Gam günü etme dil-i bîmârdan tiğin diriğ

Hayrdır vermek karangu gicede bîmâre su
11. Ravza-i kûyuna her dem durmayup eyler güzâr
Âşık olmış galibâ ol serv-i hoş-reftâra su

13. Dest bûsı ârzûsıyla ger ölsem dostlar
Kûze eylen toprağum sunun anunla yâra su
  1. Tıynet-i pâkini Rûşen kılmış ehl-i âleme

İktidâ kılmış tarîk-i Ahmed-i Muhtâr'a su
  1. Seyyid-i nev-i beşer deryâ-ı dürr-i ıstıfâ

Kim sepüpdür mucizâtı âteş-i eşrâra su

18.    Kılmağ içün tâze gül-zâr-ı nübüvvet revnakın
Mucizinden eylemiş izhâr seng-i hâra su
21. Dostu ger zehr-i mâr içse olup âb-ı hayat
Hasmı su içse döner elbette zehr-i mâre su
22. Eylemiş her katreden min bahr-ı rahmet mevc-hîz
El sunup urgaç vuzû içün gül-i ruhsâra su
27. Sensen ol bahr-ı keramet kim şeb-i Mirâc'da
Şeb-nem-i feyzün yetürmiş sâbit ü seyyara su
30. Yümn-i natünden güher olmış Fuzûlî sözleri
Ebr-i nîsândan dönen tek lülü-i şeh-vâra su
32. umduğum oldur ki rûz-ı haşr mahrûm olmayam
Çeşm-i vaslun vire men teşne-i dîdâra su
Fuzûlî
Günümüz Türkçesiyle
  1. Ey göz! Gönlümdeki ateşlere gözyaşın dan su saçma, artık böyle tutuşan ateşle re su fayda etmez.
  2. Dönüp duran kubbenin rengi su rengi mi dir, yoksa gözümden (akan) su devreden  kubbeyi mi kaplamıştır.
  1. Yaralı gönül peykanın sözünü korkarak söy ler. Kimde yara olsa o (kimse) suyu ihtiyatla içer.
  2. Bahçıvan gül bahçesini sele versin, boş ye re zahmet çekmesin; (zira) bin gül bahçesi ne su verse senin yüzün gibi bir gül açılmaz.
  3. Yanağını hatırladıkça kirpiklerim ıslansa bunda şaşılacak ne var? (Zira) gül elde et mek için dikene su vermek boşa gitmez.
8. Gamlı, acılı günümde hasta gönlümden kı lıç gibi keskin bakışlarını esirgeme. Karanlık gecede hastaya su vermek  hayırlı bir iştir. se vaptır.
11. Su hiç durmadan (sevgilinin) mahallesinin bahçesine doğru akar gider.Galiba o hoş yürüyüşlü servi boylu güzele âşık olmuş.
13. Dostlar! Eğer (o sevgilinin) elini öpme arzu suyla ölürsem, toprağımdan kâse yapın ve sevgiliye onunla su verin.
16.    Su, seçilmiş peygamber Hz. Muhammed'in yolunu tutmakla, dünya halkına temiz yara tılışını göstermiş.
  1. İnsanların önderi (ve öyle bir) seçme inci de nizidir ki mucizeleri şerlilerin ateşlerine su serpmiştir.
  2. Nebiliğin gül bahçesinin güzelliğini tazele mek için katı taş (onun) mucizesinden (do layı) su çıkarmış.

  1. Onun dostu yılan zehri içse içtiği zehir abı hayat olur. düşmanı su içse içtiği su yılan zehrine döner.
  2. Abdest için el uzatıp gül yanağına su vurun ca her damladan bin rahmet denizi dalga lanmış.
27. Sen öyle bir keramet denizisin ki Mirac gece sinde feyzinin çiğ taneleri duran ve hareket eden bütün yıldızlar (bu feyzinden) su ilet miş.
30. Suyun nisan bulutundan (inip) sultanlara la yık inciye dönmesi gibi, Fuzûlî'nin sözleri (de) senin natının bereketinden (birer) inci olmuş.
32. Senin, yüzünü görmeye susamış Fuzûlî'yi vuslat çeşmenden mahrum etmeyeceğini


9. Etkinlik
Şiirin yapısını belirleyerek aşağıya yazınız.
a.Şiirin birim değerini ve sayısını aşağıya yazınız.
b.Şiirin bütününde ve birimlerinde ne anlatıldığını kısaca yazınız. Birimler arasındaki ilişkiyi belirtiniz.
c.Şiirden bir veya iki birim attığımızda şiirin anlamı değişiyor mu? Sözlü olarak ifade ediniz.
d.Şiirin nesib, girizgâh, methiye, tegazzül, fahriye, dua bölümünü gösteriniz.
e.Yapı özelliklerini belirlediğiniz şiire ne ad verildiğini belirtiniz.
f.Şiirde dile getirilen duygunun anlatıldığı günümüz şiirlerinden hatırladıklarınızı okuyunuz.
Birimlerde anlatılanlar
Birim değeri: Beyit
Birim sayısı: 32
Birimlerde anlatılanlar
Fuzuli'nin bu kasidesi bir nait'tir. Divan edebiyatında Peygamber hakkında yazılan kasidelere naat denir. Yazılan her beyit bir övgü içermektedir. Her ne kadar su üzerine söylense de, suyun yaptığı işlerin tek nedeni vardır, o da son dizelerde görüldüğü gibi suyun tek amacı peygamberin mezarına ulaşmaktır. Kasidelerin tanrıyı övgü için yazılanlarına tevhid ya da münacaat denir. Kasideler; tanrı, peygamber, dört halife ve zamanın büyüklerini övgü için yazılırlar. Su Kasidesi de peygambere övgüdür.
NESİP






GİRİZGAH



METHİYE



DUA
Saçma ey göz eşkden gönlümdeki odlara su
Kim bu denlü dutuşan odlara kılmaz çâre su
Âb-gûndur günbed-i devvâr rengi bilmezem
Yâ muhît olmış gözümden günbed-i devvâra su
Sensen ol bahr-ı keramet kim şeb-i Mirâc'da Şeb-nem-i feyzün yetürmiş sâbit ü seyyara su
Umduğum oldur ki rûz-ı haşr mahrûm olmayam Çeşm-i vaslun vire men teşne-i dîdâra su
Bu şiir bir kaside olduğu için birimler arasında anlam ilişkisi vardır. Her beyitte Hz. Peygamberin bir özelliği dile getirilmiştir.

Şiirin teması: Peygamber sevgisi
  1. Saçma ey göz eşkten gönlümdeki odlare su
    Kim bu denlü dutuşan odlara kılmaz çâre su
    Eşk: GözyaşıDenlü: Denli, gibi, kadarOd: Ateş

    (Ey göz! Gönlümdeki içimdeki ateşlere gözyaşımdan su saçma. Çünkü bu kadar çok tutuşan ateşlere su fayda vermez.)
    Mübalağa: Şairin gönlündeki ateşlerin su ile söndürülemeyecek derecede çok olmasıMecaz: Od’un aşk ateşi yerine kullanılması.Tezat: Su-ateş

    Buradaki ateş gönüldeki manevi ateştir. Su ise maddiyatı temsil eder. İkinci mısrada ise iki farklı anlam vardır. Birinci anlam “yangının çokluğu”dur. İkinci anlam ise “Böyle mecazi bir yangına bu su çare değildir.” şeklindedir. Yani gönül ateşi üzerine gözyaşının dökülmesi, manevi olan ateşe maddi olan bir suyun serpilmesini anlatır. Ancak yangını söndürmek için suyun bolca dökülmesi gerekir. Yangına su serpilirse yangın daha da çoğalır (Burada aslında gönül bir mumdur. Mumun ortasındaki iplikse can ipliğidir.). Az su yangını söndürmez tam tersine yangını arttırır.
    Normal şartlarda gözyaşı, ağlamak insanı rahatlatır; ama şair burada bunu tam tersini istiyor. Gönlünün daha da tutuşmasını, manevi aşkının artmasını istiyor.
    2. Âb-gûndur günbed-i devvâr rengi bilmezem
    Yâ muhît olmış gözümden günbed-i devvâra su
    Âb: SuGûn: Renk, gidiş, tarzÂb-gûn :Su rengi, Mavi, mavi renkli; suya benzer.Devvâr: Devredici, devreden, çok dönen.Günbed-i devvâr rengi: Gökyüzünün rengi.Muhît: Etrafını çeviren, kuşatan, çevre

    (Dönüp duran kubbenin rengi su rengi midir, yoksa gözümden akan su devreden kubbeyi mi kaplamıştır, bilemem.)
    Tecahül-i Arif: Gökyüzünün neden mavi olduğunu bilmemezlikten geliyor.Mübalağa: Gözyaşının gökyüzünü kaplaması.Hüsn-i Talil: Göğe kendi gözyaşlarının renk verdiğini söylemesi.Tenasüp: ‘Göz, aşk, su, saç-; od, dutuş-’ kelimeleri arasında anlam ilgileri vardır.

Âb-gûndur Azeri lehçesinin özelliği olan bir soru cümlesidir. “Su rengindedir?” şeklinde çevrilebilir. (Azerbaycan’da gelen kişiye “Geldin?” diye sorulan sorulardan kastedilen “Geldin mi?” sorusudur.) (Tecahülüarif yapılmış) Burada “devvar” sözcüğü önemlidir. Anlamı dönen, dönektir. Şair burada gök kubbenin dönekliğinden bahseder. Gökteki her bir katmanın dünya çevresinde her yöne döndüğünü ve bu katmanların su olduğunu düşünürsek dünya ve çevresindeki bu katman da dönektir. Şair de böyle düşünüyor. İşte bu yüzden felek anıldığında döneklik akla gelir. “***** felek” deyişi de buradan gelir. 
Gökyüzünün su renginde olduğu ifadesini açıklamanın iki yolu var. Birincisi gözün çevresinde sürekli suyun bulunması. İkincisi gözyaşının insanı kuşatmasıyla insanın gözyaşından başka bir şeyi görememesi.
Dünya bir su değirmeni gibi düşünürse, değirmeni döndüren sürekli akan sudur. Yani dünya değirmenini döndüren bir sudur. Burada değirmen bir mazmundur.
3. Zevk-i tîgundan aceb yoh olsa gönlüm çâk çâk
Kim mürûr ilen bırağur rahneler divâra su
Tîg: KılıçZevk-i tîg: Kılıcın zevkiAceb yoh: Şaşılmaz.Çâk çâk: Parça parça kılıç şakırtısı.Mürûr: Geçme, akma, bir yandan öbür yana geçme, sona erme.Mürûr ilen: Geçmek akmak suretiyle, zamanla.Rahne: Yarık, yırtık, zarar, ziyan; oyukDîvâr: Duvar.

(Senin kılıca benzeyen keskin bakışlarının zevkinden gönlüm parça parça olsa buna şaşılmaz. Nitekim akarsu da gelip geçerken duvarda yarıklar açar.)
Açık İstiare: Bakışları keskin kılıca benzetilmiş. Kendisine benzetilen kılıç söylenmiş.Tenasüp (leff ü neşr): tıg-gönül-çak çak
Su-divar-rahne sözcükleri birbiriyle karşılıklı olarak uygundur.
Teşbih: Aşığın parça parça olmuş gönlü yarılmış açılmış duvara benzetilmiş. 
Şair sevgilinin kılıcının açtığı yaralarının zevkindedir. Buradaki kılıçtan kastedilen sevgilinin kılıç gibi keskin, şairin kalbinde derin yarıklar açan bakışlarıdır. Ama şair burada acı ve azaptan değil zevkten bahsediyor. O, sevgilinin yan bakışlarının hançeri gelsin, bağrını yarsın istiyor. Çünkü aşk yarası aşık için gıdadır. Aşık için kılıç yarası, istenen özlenen şeydir. Sevgili (Hz. Muhammed) şaire baktığında şairin gönlü parça parça oluyor.
Burada aynı zamanda yaz sıcağında ker*** evlerin kuruması ve o kuraklığın ardında yağmur yağdığında da ker*** evlerin duvarlarında yarık açtığını dile getirmiştir. Bundan çıkan sonuç şudur; Fuzuli kendisinin topraktan yaratıldığını, yağmur yağdığında nasıl ker*** evlerin duvarlarında yarıklar açıyorsa gözden akan su da insanın bağrında çizik çizik yarıklar açtığını söylüyor.
Bu beyitte aynı zamanda “kılıca su verilmesi” de dikkati çeker. Bir kılıca ne kadar iyi su verilirse kılıç o kadar iyi olur (Kılıca su vermek demek demiri kızgın ateşten çıkarıp birkaç damla su verilmesi ve demirin çelikleşip güçlenmesidir.)
Sevgilinin o gamze kılıcı, o bakışının kılıcı geldiğinde aşığın bağrındaki yangına su gelmiş olur. Su serpilmiş olur. “Bağrıma su serpti.” diye bildirilen ferahlık işte budur. Sevgili, gamze kılıcının suyu iyi verilmiştir.
Toprakta ve kılıçta su gizlidir. Beden de topraktandır ve içinde su gizlidir. Ama yangın başlayınca bedenin suyu tükenir. Tekrar suya muhtaç kalır. İşte o suyu özlüyor. Zaten yaşayabilmesi için o suya muhtaçtır. 
Özet olarak; “Ey sevgili! Yaşamak için senin o gamze kılıcına su kadar muhtacım, suya olan ihtiyacım kadar muhtacım (Burada sevgilinin iyi su verilmiş kılıç gibi keskin bakışlarıyla suya olan ihtiyacını gidermek istediğini söylüyor.).
4. Vehm ilen söyler dil-i mecrûh peykânın sözün
İhtiyât ilen içer her kimde olsa yâre su

Vehm: Kuruntu; boşuna, yersiz korku
Dil: GönülMecruh: YaralıDil-i Mecruh: Yaralı gönülPeykan: Temren, okun ucundaki sivri çelik parça.İhtiyat: Tedbirli olma

(Yaralı gönül senin, ok temrenine benzeyen kirpiklerinin sözünü korka korka söyler.Elbette yarası olan suyu ihtiyatla, çekine çekine içer.)
Ad aktarması: “Temren” söylenerek okun hepsi kastedilmiştir.Tenasüp (leff ü neşr): Vehm-ihtiyat; dil-i mecruh-yara; peykanTeşbih: Yaralı gönül hasta bir insana benzetilmiştir.Açık istiare: Peykan ile sevgilinin kirpikleri kastedilmiştir.

Şair “peykan” sözcüğünü korkarak söyler. Çünkü peykan “ok” demektir (Burada mecaz-ı mürsel sanatı vardır.), okun ucunda su verilerek çelikleşmiş başlıktır. Sevgilinin kirpiğinin ok gibi olduğunu düşünmeliyiz. Kaş ise yaydır. Kaşlar çatıldığında yay da gerilmiş olur. Böylece oklar fırlatılmaya hazırdır. Yani kirpikler. Hepsinin ucunda da temren, peykan vardır. 
Oklar servi fidanından yapılır. Ucuna da peykan takılır. Her peykan serviye (oka) muhtaçtır. Her servi de peykana. Peykanın iyisi kılıç gibi iyi su verilmiş olanıdır. Bu yüzden gözyaşıyla dolu olan kirpik, su verilmiş peykan gibi algılanır. Sağlamdır. Bu mısrada şair aslında o peykanın gelip kalbine sağlanmasını diler. Böylece aşk acısından zevk alır. Sevgilinin bakışları kalbine saplanan ok gibidir. Bu, aşık için bir hediyedir.
Peykan sözcüğünü korkarak söylemesinin bir nedeni de temrenin içindeki sudur. Çelikleşirken verilen su. Su dolu bir peykan yaralı gönle gelirse ona zarar verir. (Eskiden ağır hastalara, yaralılara su verilmezdi. Kuruyan dudaklar su ile ıslatılırdı. Çünkü su verilirse hastanın daha da kötüleşmesinden hatta ölmesinden korkulurdu.)
Şair sevgilisinin kirpiklerini (peykanın) adını anarken korkuyor. Peykanın gelmesini istiyor ama ona yaralı gönlünün dayanamayacağını düşünerek korka korka söylüyor. Yaralı hastalara suyun azar azar verildiğini söyleyerek de durumunu açıklamaya çalışıyor.
5. Suya versün bâğban gülzârı zahmet çekmesün
Bir gül açılmaz yüzün tek verse bin gülzâre su
Suya vermek: Sele vermek, mahvolmaya bırakmak.Bağ-bân: Bahçıvan Gül-zar: Gül bahçesiTek: Gibi; yalnızMin: Bin

(Bahçıvan nafile yorulmasın, gül bahçesini sele versin; çünkü gül bahçesini bin kere sulasa senin yüzün gibi bir gül açılmaz.)
Teşbih: Sevgilinin yüzü güle benzetilmiş.Hüsn-i Talil: Bahçıvanın görevi gül yetiştirmektir. Burada görev olarak değildir. Görevi sevgilinin yüzünün renginde veya şeklinde gül yetiştirmektir.Tevriye: ‘Tek’ kelimesinin hem ‘bir’ anlamı hem de ‘gibi’ anlamı vardır. (Sevgilinin bir tane, benzeri olmayan, eşsiz olması) Tenasüp: Suya vermek, bağban, gülzar, gül, su 

“Suya vermek” bu beyitte kötü anlamdadır. Bahçıvanın bağı suya vermesi o bağın mahvolması demektir. Şair bu beyitte gül mevsimini kastediyor. (Gül mevsimi de Hz. Muhammed’in bulunduğu Asr-ı Saadet’tir.) Hz. Muhammed’in yüzü şeklinin güzelliğiyle güle benzetilmiştir.

Hz. Muhammed öldükten sonra bu dünyanın kıymetinin kalmamasını bahçıvanın gül bahçesini suya vermesiyle eş tutuyor. O gül bahçede olmadığı için bahçenin suya verilmesinin bir önemi olmadığını söylüyor. “Hz. Muhammed’in gül yüzü gibi bir gül daha bu dünyada açmaz.” diyor. 0
Hz. Muhammed bir zincirin halkası olarak, son peygamber olarak bu dünyaya geldi. Böylece halka tamamlandı. “Artık bahçıvan bağı suya verse de bir önemi yok.” diyor. Şair burada o gül açmamış olsaydı dünya nasıl bir dünya olurdu diye düşünmemizi istiyor. “Onun ümmetinin mutluluğu ve onsuz yaşamanın üzüntüsünü kıyasladığında bahçeye su verilsin.” diyor (İlk yaratılan nur Hz. Muhammed’e aittir. Peygamberlerin sonuncusu da odur. Yüzünde her zaman peygamberlik nuru bulunur.)
Bu beyitteki “teg” sözcüğü iki anlam gelir. Birincisi, yüzün gibi; ikincisi, biricik yani senin gibi bir tek gül açılmaz anlamı.
6. Ohşayabilmez gubârını muharrir hattuna
Hâme tek bahmahdan inse gözlerine kara su
Ohşatmak: BenzetmekGubâr: Toz,Gubârî: Toz gibi ince yazı türü.Muharrîr: Yazan, yazar.Hâme: Kalem

(Hattatın gözlerine bakmaktan kalem gibi kara su inse de gubârî yazısını senin yüzündeki tüylere benzetemez.)
Tezat: Bakmak ve gözlerine kara su inmek yani kör olmak arasında tezat sanatı vardır.Benzetme: Gubarî yazısını sevgilinin yüzündeki tüylere benzetiyor. (Gubarî toz anl***** geliyor. Hatt sanatında çok ince bir yazı.)Kinaye: 1. Kalemin gözlerinden kara su (mürekkep) inmesi- gerçek anlam 
2. Kağıda, yazıya devamlı bakan insanın gözlerinin kızardığının, kanlandığının, karardığının, mecazen zayıfladığı ve kör olmaya yüz tuttuğunun vurgulanması.
Tenasüp: “gubâr-hat; muharrir-hâme-kara su (mürekkep)” kelimeleri arasında.

Bu beyitteki “gubâr” iki anlamdadır. Birinci anlamı çok ince bir yazı; 
ikinci anlamı, sevgilinin dudak etrafındaki ayva tüyleri. 
Yazı için düşünülürse: Yazar, gubarî yazısını senin yanağındaki tüylere benzetemez. Çünkü yanağındaki tüyler çok daha incedir. Yahut ne kadar ince yazarsa yazsın yazar senin ayva tüylerin kadar ince yazamaz (Gubâr denilen ince yazıyı yazarken at kılından ya da verev kesilmiş kalemlerden yararlanılırmış. Gubâr çok ince, toz kadar ince yazılması gereken bir yazı biçimiymiş.).
Resim için düşünülürse: Ressam onun ayva tüylerini resmedemez. Ayva tüylerinin inceliğinden değil. Onu eşsizliğinden. Ressam ne yaparsa yapsın yaptığı resimde senin hatlarına benzetemez. Nakkaş veya şairin gözlerine kara su inmesi buna yeterli olmaz.
Gubârı yazanlar çok ince iş yaptıkları için gözleri çabuk bozulur yani gözlerine kara su inermiş. Şairin veya ressamın gözlerine kara suyun inmesi peygamberimizin yüzündeki parlaklıktır. Çünkü bir insan sürekli beyaza ya da parlak bir şeye bakarsa gözleri giderek bozulur. Fuzûlî’nin gözlerine kara su inmesinin söylemesinin sebebi peygamberimizin yüzündeki parlaklıktır. Ressam veya yazarın gözleri o parlaklığa bakarken bozulur. 

Şaire göre yanak parlaklık, ayva tüyleri de buradaki yazıdır. Yazı ise ya “kader” ya da “Kur’an-ı Kerim’dir”

“Sen kainatın efendisi olduğun için Allah Kur’an-ı Kerim’i senin saf yanağına yazdı. Onun için bir yazar onu hiçbir zaman benzetemez.” (Telmih-Burada kafirlerin ayetler gibi söz söyleyebilecekleri söylediklerinde de ayetler yakın ama ayetler kadar güzel olamayan sözler söylemesi ve bunun üzerine bu olaylarla ilgili bir ayetin gelmesi anlatılıyor.)
7. Ârızun yâdıyla nemnâk olsa müjgânım n’ola
Zayi’ olmaz gül temennâsiyle vermek hâre su
Ârız: Yüzün iki yanı, yanak
Yâd: Hatırlama, anma; hatır, gönül
Nem-nâk: Nemli, ıslakMüjgân: KirpiklerTemenna: Dileme, isteme, dilek, istekHâr: Diken

(Senin yanağının anılması sebebiyle kirpiklerim ıslansa ne olur, buna şaşılır mı? Zira gül elde etmek dileği ile dikene verilen su boşa gitmez.)
Teşbih: Yanak güle, diken kirpiğe benzetilmiş.Kinaye: Kirpiklerim nemlense 1. Kirpiklerin nemli olduğu gerçeği 2.Mecazen ağlamak anlamının belirtilmesiLeff ü neşr: “ârız-gül, “yâd-temennâ”, “nem-nâk-su”, “müjgân-hâr” Tenasüp: “Ârız-müjgan; gül-hâr-su vir-; hâr-gül; yâd-temennâ” kelimeleri arasında.

Fuzûlî, sevgilinin kirpiklerini şekli ve batıcılığıyla dikene, yanağın şekli ve rengiyle güle benzetmiş. Şair ağladığında kirpikleri ıslanıyor. Bu suretle sevgilini güzel yanağın gözünün önüne geliyor. Gül yetiştirmek için dikene su vermek nasıl boşuna değilse sevgiliyi görme isteğiyle ağlamak boşa değil. Burada sevgilini yüzü güneş gibi parlaktır. Biz nasıl güneşe baktığımızda gözlerimizden yaşlar akarsa aşığın da sevgilinin parlayan yüzüne baktığında gözleri yaşarıyor.
8. Gam güni etme dil-i bîmârdan tîgin dirîğ
Hayrdur vermek karanu gicede bîmare su
Bîmâr: Hasta, aşıkDil-i bîmâr: Hasta gönülDirîğ etmek: esirgemekKaranu: karanlık

(Gamlı günümde hasta gönlümden kılıç gibi keskin olan bakışını esirgeme; zira karanlık gecede hastaya su vermek hayırlı bir iştir.)
Leff ü neşr: Gam güni-karabu gice, dil-i bimar-tıg-suTenasüp: “Gam güni, dil-i bimar, karanu gice, bîmar, hayr, su” kelimelerinin arasındaki anlam ilgisi göz önünde bulundurularak bir araya getirilmiş.Açık istiare: Sevgilinin keskin, yaralayıcı bakışları kılıca benzetilmiş. Yalnızca kendisine benzetilen söylenmiş. İrsal-i mesel: “Geceleyin hastaya su vermek sevaptır” sözü
(Karanlık gecede hastaya su vermek sevaptır.)

Bu beyitte “bîmâr” sözcüğünün seçilmesi buradaki acının manevi bir acı olmasıdır. “Tîg” ise yine kılıç yine keskin bakıştır. “Ey sevgili! O gam günü geldiğinde bu hastadan keskin bakışını (kılıcını) esirgeme, ne olursun! O gün bakışının kılıcı bana gelsin, hasta gönlümle gelsin canından bezen gönlüm ölümle can bulsun. Senin bakışınla hayat bulayım. Beni bakışınla ümmetine kabul et.”
Burada gönül aşk hastası olarak kabul edilmiştir. Gönül her zaman aşk hastasıdır.
Bu beyitteki gam günü ölüm anı; su, kelime-i şahadet; gam günü, kıyamet günü; bimâr, şair; tıg, Hz. Muhammed’in şefaatidir.
Şair ölüm anında su istiyor yani kelime-i şahadeti ve tevhidi kastediyor (Zaten ölüm döşeğindeki insanın başında su bulunur.). Şair Hz. Muhammed’in hastasına su vermesiyle kıyamet gününde “Ümmetimdir.” demesini eşdeğer görüyor. Kıyamet gününde Hz. Muhammed “Ümmetim!” diye çağırırken kendisinin de onun gözüne ilişmesini, onu da karanlık gecede mutlu etmesini istiyor.
Beytin ikinci anlamı da şudur: Karanlık gece rüya olabilir. Onu görmeyi özlüyor ve “Karanlık bir gecede rüyama girsen de seni bir görsem. Şu hastana bir bardak su versen.” diyor.
9. İste peykânın gönül hecrinde şevkum sâkin it
Susuzam bir kez bu sahrada menüm-çün ara su
Peykân: Okun ucundaki sivri demir.Hecr: Ayrılma, ayrılık.Şevk: Gönül meyli, arzu, şiddetli arzu, istek, Keyif, neşe, sevinç.

(Gönül! Onun ok temrenine benzeyen kirpiklerini iste ve ayrılığında özlemimi yatıştır; susuzum, bu çölde bir defa da benim için su ara.)
Açık istiare: Kirpik yerine peykan sözcüğü kullanılmış. Kirpik oka benzetilmiş. Kendisine benzetilen ok (peykan) söylenmiştir. Tezat: Sahra-suTevriye: kez (defa, kere) kelimesinin “gez” şeklinde “gezip ara” anlamında okunmasıyla.Teşhis/ Kapalı istiare: “gönül” şaire su arayan birisi gibi düşünüldüğünden kirpik yerine “peykan” kelimesi kullanılarak.

Şair burada sevgilinin peykanını istiyor, böylece gönlü sükûnete erecek, özlem bitecek. Özlemin bitip artmaması için bir tek bakış istiyor. Ancak o zaman hasreti dinecek. Çünkü “Susuzum, bir kez de bu sahrada benim için su ara.” feryadı içinde kıvranıyor.
Ok ile ayrılık arasında bağ vardır. Ok yaydan çıktığında ayrılık başlar. Okun ucundaki peykan ise okla birliktedir. Burada ayrılık derken şu kastedilir: Oku peykandan, serviyi temrenden, servi boyluyu gözyaşıyla su verilmiş aşıktan ayrılmış olur ve bu zulümdür.
Şair peykanın ayrılığını istiyor. Çünkü susuz. Peykan oktan ayrılırsa gönlüne saplanacak. Böylece şairin susuzluğu giderilecek. Peykandaki su şairin gönlüne ferahlık verecek. Şair o kadar susuzdur ki sevgilinin temresinden bulunan suya bile muhtaçtır. Aslında onun merhametine muhtaç. Aşığa suyu verecek sonuçta. Zaten su da rahmet demektir.
Şair aynı zamanda kez yerine “gez” anlamı da vermiştir. Gez atıcılıkta kullanılan bir terimdir. Okun atıldığı yerdir. Burada şair suya ulaşmasının bir gez kadar yakın olduğunu, aslında Hz. Muhammed’e yaklaşmanın zor olmadığını, bunun imanın bir göstergesi olduğunu söylüyor.
10. Men lebün müştâkıyam zühhâd Kevser talibi
Nitekim meste mey içmek hoş gelür huşyâra su
Leb: DudakMüştak: Arzuyla, hararetle, isteyen, özleyen; susamış.Zühhad: Dünya nimetlerinden el çeken kimse.Kevser: Çokluk, kalabalık; cenneteki bir ırmak adı.Hûş: Akıl, can.Hûş-yâr: Akıllı, canlı, ayık

(Ben dudağını özlüyorum, sofular da Kevser istiyorlar. Nitekim sarhoşa şarap içmek, aklı başında olana da su içmek hoş gelir.)
Tezat: Tüm beyte yayılmış. (su-şarap, mest-huş-yar)Leff ü neşr: Renkleri ve sarhoş ediciliyle leb-mey; helal olmasıyla su, Kevser ilgili sözcüklerdir.

Ben senin dudağını arzuluyorum. Dudağın benim için yaşamdır. Dudağından çıkan birkaç sözle sen insana can veriyorsun. Ben dudağının aşığıyım ama zahitler cennetteki Kevser suyunu istiyorlar. Onlar ibadeti Kevser’e kavuşmak için yapıyorlar. İbadetlerinden beklentileri var. Onlar Kevser’i alsınlar. Ben senin dudağının özlüyorum. Cennet umrumda değil. Dudağın öyle bir şaraptır ki onunla mest olunca zaten cennet kendiliğinden gelir. Dudak şarap gibi kırmızıdır. Su ise beyazdır. Ben şarabı özlüyorum. Sofular ise Kevser’i. Nitekim sarhoşa mey içmek, aklı başında olana da su içmek hoş gelir.
Şarap dinen yasaktır. dini emirlere uyanlar şarap istemez. Ama aşık olanlar… Dudak tasavvufa göre şaraptır, birliktir. Ve tutulanın aklını başından alır. Kevser ise pek çok kişi tarafından içileceği için kesrettir, çokluktur. Şair; “Ben (aşık) birliğin peşindeyim, yaptıklarım menfaat için değil. Kevser’in peşinde değilim; ama sofular ibadetlerini karşılık için yaparlar. Aşık ise karşılıksız yapar. 
Burada Yunus Emre’nin şu dizeleri akla gelir: 
“Cennet cennet dedikleri
Birkaç köşkle birkaç huri
İsteyene ver onları
Bana seni gerek seni.”
Zaten böyle karşılıksız davrandığı için Allah aşığa her şeyi verecektir. Bu yüzden aşık olmak zahit olmaya yeğdir. Çünkü Hz. Muhammed kıyamette “Ümmetim!” diye çağıracaktır. Bunu muhatap olmak her şeye bedeldir.

11. Ravza-i kûyuna her dem durmayıp eyler güzâr
Âşık olmuş galibâ ol serv-i hoş-reftâre su
Ravza: Bahçe, bol ağaçlı, yeşillik yer; cennet.Kûy: KöyRavza-ı kûy: Cennet gibi bahçe.Dem: Soluk; içki; vakit; zaman.Güzâr: Gezme, dolaşma.Reftâr: Gitme, yürüme.Hoş-reftâr: Hoş, nazlı gidişli

(Su, her zaman senin cennet misâli mahallenin bahçesine(Ravza) doğru akar. Galiba o da, o serviye benzeyen nazlı gidişli güzele aşık olmuş.)
Kişileştirme (Kapalı istiare): Suyun aşık olması.Hüsn-ü Talil: Sular normalde servilerin dibinden akar. Ama burada su sanki serviye aşık olduğu için dibinden akıyor.Teşbih-i Beliğ: Sevgilinin bulunduğu yer cennete benzetilmiş.Açık istiare: Servi ile sevgili kastedilmiştir.

“Su, o hoş salınışlı, servi boylu sevgiliye yani Hz. Muhammed’e aşık olmuş galiba. Böyle gitmesinin sebebi o servinin ayağını öpmektir.”
Normalde doğada su, servilerin yanındadır. İşte bu durum suyun, servilerin ayağını öpmesi olarak gösteriliyor. Ayağını öperek yanından geçiyor. Tabir doğruysa ayağına baş koyuyor ve bu baş koyma Ravza’dadır. Ravza ise cennettir. Hz. Muhammed “Evimle mescidim arası cennet bahçelerinden bir bahçedir.” demiştir. İşte Ravza burasıdır.
Su, servi boyluya, cennete kavuşacak, onun ayağına kavuşacaktır. Su devamlı serviye doğru akar. Hz. Muhammed’in ayağına ulaşmak, onun ayağına baş koymak için sürekli akar. Şaire göre bu baş koyma Ravza’da, Hz. Muhammed’in bedeninin bulunduğu bahçede olacaktır yani Medine’de. Onu için Dicle nehri hep güneye, Medine’ye doğru akmaktadır. Dicle nehrinin akış yönünü Hz. Muhammed’e kavuşma isteği olarak görüyor.
12. Su yolın ol kûyundan taprag olup dutsam gerek
Çün rakîbümdür dahı ol kûya koyman vara su

(Toprak olup su yolunu o mahalleden kesmeliyim, çünkü su benim rakibimdir, o yere varmaya bırakamam.)
Tevriye: a. Suyun önünde toprak olup set kurma.
b. Sevgiliye suyun ulaşmasını engelleme.
Teşhis/Kapalı istiare: Suyun şairin sevgilisine aşık olması 

Şair burada suyun yolunu kesmek için toprak olmak istiyor. Aşkın içine kıskançlık giriyor. “Bu uğurda toprak bile olurum.” diyor(Hüsnü talil). Ne olursa olsun suyun yolunu engellemek istiyor. Toprak olmak istiyor çünkü suyun yolunu ancak toprak keser. İnsan ise ancak öldüğünde toprak olur. Yani “Hz. Muhammed uğruna ölürüm.”diyor. Ama kıskançlık yüzünden, rakibe engel olmak için öleceğini söylüyor. Ona ulaşmak için öleceğini söylemiyor; çünkü zaten canı dayanmayacak ve ölecektir. Sevgili uğruna ölmek ilk adımdır. Bu yüzden “Uğrunda ölürüm.” demek ona göre fazlalıktır. Bu yüzden başkasından kıskandığı için ölümü göze alıyor. Onu kimseye layık görmediği için, hiç kimsenin onu kendisi kadar sevemeyesin diye ölüyor. Bu gayretlik makamıdır. Gayret iki çeşittir. Başkalarından kıskanmak ve başkalarını ondan engellemek. Bu ancak çok sevgi ile aşkın taşkınlık derecesiyle ölçülür.
13. Dest-bûsi ârzusiyle ger ölsem dostlar
Kûze eylen toprağım sunun anınla yâre su
Dest: El; fayda; zafer; mevki; tarzBus: Öpme, öpüş, öpücük-bus: ÖpenDest-bus: El öpmeKûze: Toprak

(Dostlarım! Onun elini öpmek arzusunu gideremeden ölürsem toprağımdan bir testi yapın ve sevgiliye onunla su verin ki hiç olmazsa mezar toprağımdan yapılan testi onun eşerine ve dudaklarına değsin.)
Aliterasyon: “s” sesiyle yapılmış.Leff ü neşr: **mek-toprak, dost-yar.Tenasüp: Arzû toprag, su, kûze

Şair gerçek hayatta sevgiliye kavuşamayacağını ve aşk arzusunu onu öldüreceğini söylüyor. Şairde Hz. Muhammed’in elini öpme arzusu var. Bu emeline de mezar toprağından yapılan kaseyi Hz. Muhammed eline alınca ulaşacak. Hz. Muhammed o kaseyi eline aldığında şair de onun elini öpmüş olacak ve şair bu arzusunu giderecek. Fuzûlî burada Hz. Muhammed’in dudağını öpmeyi de kastetmiş olabilir. Çünkü sevgili kaseyi eline aldığında onu mutlaka dudağına götürecektir. Böylece mezar toprağından yapılan kase sevgilinin dudağına değecek böylece sevgilinin dudağını öpmüş olacak.
14. Serv serkeşlük kılur kumrî niyâzından meger
Dâmenin duta ayagına düşü yalvara su
Ser-keş: Baş çeken; baş kaldıran, asiKumrî: KumruNiyaz: Yalvarıp yakarma, yalvarış, dua.Dâmen: Etek

(Sivri kumrunun yalvarmasından dolayı dik başlılık ediyor Onu ancak suyun eteğini tutup ayağına düşmesi vazgeçirir.
Kişileştirme: Kumrunun yalvarması.Hüsn-i talil: Servinin başını iki tarafa sallaması, kumrunun ötmesi, suyun ağaçlık yerde olması.Açık istiare: Servi sevgiliye, kumru aşığa benzetilmiş. 

Gül ile bülbül aşkı neyse servi ile kumru aşkı da odur. Kumru sürekli serviye yalvarır. Servinin ise uzun boylu, dik başlı görünüşü vardır. İşte su, servinin kumruya yüz vermesi için aracı olsun, serviye yalvarsın, servinin ayağına düşsün ve sevgili kumruya bir kere gülümsesin. “Ona bakıver.” diyor. Servi kumruya baktığında oklar kumrunun gönlüne batacak ve serviden yani sevgiliden bir iz bırakacak. Ok zaten servinin çıvgınlarından yapılır. İşte o çıvgınlar ok olup kumrunun kalbine saplanır. Kumru buna muhtaçtır. Burada servi sevgili, kumru ise aşıktır. Servi suya bakarsa Allah’ın rahmetine bakmış olacak ve aşığı ümmetine katmış olacak. Burada kumru serviye “Hu” diye seslenir. Servi de salınırken aynı sesi çıkarır. İşte aşık ile maşuk aynı şeyi söylüyor. Bu beyitte servi boylu sevgilinin ümmetini dilemesi ve ümmetinin sevgiliye bağlanmak için onu dilemesi eşitlenmektedir. Sevenle sevilen aynı şeyi söyler. Hz. Muhammet “Ümmetim” diye ümmetini, kul ise “Hu” diye “O”nu söyleyecek. 
İkinci bir bakış açısı olarak: Kumru yalvaran kuldur. Su ise Hz. Muhammed. Servi ise Allah’ın rahmeti. Kumru durmadan serviye yalvarıyor. Yani Allah’a Ama arada bir vesile, bir elçi lazım. Getirdiği haber gibi bir gün desin ki:”Ya Rab! Bu benim ümmetimdendir, şefaatim üzerine olsun, onu bana yaz.”
15. İçmek ister bülbülün kanın meger bir reng ile
Gül budagınun mizacına gire kurtara su
Reng: Renk; hile, oyun; şekil; can, kuvvet.Mizac: Bir şeyle karşılaştırılan şey, huy, yaratılış; sağlık.

(Gül fidanı bir hile ile bülbülün kanını içmek istiyor; bunu, ondan suyun gül dallarının damarlarına girmeci kurtarabilir.)
Telmih: Gül ile bülbülün aşkı.Hüsn-i Talil: Gülün kırmızılığını bülbülün kanından alması.Tevriye:“Reng” kelimesi hem renk hem de hile anlamında kullanılımıylaKişileştirme: Su ve gül kelimeleri kişileştirilerek
Tenasüp:
 “Bülbül-gül-reng-kan; kan-su-gül” kelimeleriyle

(Bülbül, güle aşıktır. Bütün gece feryat figan ağlar. İstediği tek şey vardır. Gonca gülün açılması. Gül açılınca ne olacak? Bülbül gülün güzelliğini görecek. İşte bu yüzden kendini parçalar. Bütün gece öten bülbül sabaha karşı yorgunluktan bitkin düşer ve uyuyakalır. Gün ışığını gören gül ise açar. Tüm güzelliğini gösterir. Ama bülbül bunu göremez. Bu böyle sürüp gider. Ve bir gün bülbül yine acı acı öterken gülün dikeni kalbine saplanır. Bülbülün tüm kanını emer. İşte o zamane kadar pembemsi bir rengi olan gül kırmızı olur. Gülün kırmızılığının bülbülün kanından aldığı söylenir. Bülbül her gece güle inanır, aldanır.)
Gül bir hile ile bülbülün kanını almak ister. Böylece rengi kırmızı olur. Bunu sebebi gülün daha güzelleşmek istemesidir. Burada su, bülbülün kurtarıcısı gibi görünüyor. Gül artık bülbülün kanını almasın, su güle renk vererek gülün dengesini korusun istiyor. Böylece bülbül kurtuluyor. (Bedendeki dört su dengesi olunca insan sağlıklıdır. İşte burada gülün vücudundaki su dengesini bulması sağlıklı olması demektir.)
Burada “Su, gülün mizacına girsin, onun huyuna gitsin, onu yatıştırsın.” anlamı da vardır. “Su, gülün huyuna uygun davransın, damarına girsin de bülbülün kanını azat etsin, gülün kan dökmesine engel olsun, bülbülün kanı korusun.” diyor. Çünkü su bir rahmettir. Rahmet de merhameti gerektirir. Merhametin en zirve noktası da Hz. Muhammet’tir.

16. Tıynet-i pâkini rûşen kılmış ehl-i âleme
İktidâ kılmış târîk-i Ahmed-i Muhtâr’e su
Tıynet: YaratılışTıynet-i pâk: Temiz yaratılışİktidâ: Uyma, tabi olma.Tarîk: Yol; usûl; meslekTarîk-i Ahmet-i Muhtâr: Hz. Muhammed’in yolu., Kur’an yolu, İslamiyet

(Su, Hz. Muhammed’in s.a.v yoluna uymuş ve bu hâli ile dünya halkına temiz yaratılışını açıkça göstermiştir.)
Kişileştirme: Su, peygamberimize bağlı bir insan olarak gösterilmiştir.

Bu beyit iki şekilde yorumlanabilir:
Su, Hz. Muhammed’in ne kadar temiz yaratılışlı olduğunu onun yoluna girmekle herkese anlatmaya başlamıştır.
Su, Hz. Muhammed’in yoluna kendisini koymakla ne kadar temiz yaratılışlı olduğunu ispatlamıştır.
Bu beyitteki tema, temiz yaratılıştır. Su Hz. Muhammed’in yoluna girenler temiz olma özelliğini pekiştirmiştir. Yoksa su nasıl temiz olabilir ki? Temiz yaratılışlılar temiz yaratılışlılara layıktır. Su zaten temizliğin simgesidir. 
Tıynet yaratılış, tıyn ise toprak demektir. Demek ki suyun toprağın içinde olduğu için temizleyici özeliği de var. Su böylece başını toprağa koymuş oluyor. Suyun toprağın içinde olması toprağa baş koymasıdır. Topraktan ayrı ama toprağa baş koyuyor.
17. Seyyid-i nev-i beşer deryâ-ı dürr-i ıstıfa
Kim sepüpdür mucizâtı âteş-i eşrâra su
Seyit: Hz. Muhammed’in soyundan olan.Nev’: ÇeşitSeyyid-i nev’-i beşer: İnsan cinsinin efendisiDürr: İnci. Eskilere göre nisan yağmuru, feyz ve rahmettir. Nisan ayında bütün bitki ve hayvanlar Allah’ın bu rahmetini alabilmek için ağızlarını açık beklerler. Bu yağmurun bir damlası istiridyenin içine düşerse inci, yılanın ağzına düşerse zehir olur.Istıfa’: Seçme, ayırma; bir şeyin iyisini, temizini seçip alma.Mu’cizat: MucizelerEşrâr: Şerler, kötüler, şer sahipleri.Âteş-i eşrâr: Şer sahiplerinin ateşi.

(İnsanların efendisi, seçme inci denizi olan Hz. Muhammet’in mucizeleri kötülerin ateşine su serpmiştir.)
Açık İstiare: Dürr ile peygamberimizin canı, derya ile de bedeni kastedilmiştir.Tezat: Ateş-suTenasüp: Dürr, serpmek, su, derya.Telmih: Peygamberin doğumundaki Mecusilerin ateşinin sönmesi mucizesi.Teşbih: Hz. Muhammed, seçkin incilerin çıktığı denize benzetilmiş. 

Burada yukarıdaki ayetle bağlantı söz konusudur. Şaire göre bizler var olmamızı Hz. Muhammed’e borçluyuz. Hz. Muhammed için şair bu beyitte “denizin incisi” değil “inciler denizi” diyor. Burada Hz. Muhammed’in ağzından çıkan sözleri inci kadar değerli ve derya gibi, insanlığın su (rahmet) ile dolduracağını söylüyor. Su, rahmet olduğu için onun her incisi bir rahmet denizi oluyor.
Beyitteki “eşrar” sözcüğünün iki anlamı vardır. Birincisi kötüler, şerlilerdir. Burada Mecusileri ve ateistleri kastediyor. Mecusilerin iki tanrısı vardır. İyilik tanrısı (Hürmüz), kötülü tanrısı (Ehremen). İyilik tanrısını hep yanlarında hissetmek için ateşi hiç söndürmezler.
İkinci anlam ise kıvılcımlardır. Bu anlamıyla şair, Hz. Muhammed ile su arasında şer ateşlerini söndürmek bakımından bir paralellik kuruyor. Burada Hz. Muhammed’in doğduğu gece Mecusilerin ateşlerini sönmesi kastediliyor. İlk dizeye dönersek;
Dünyanın çoğu sudur. Eskiden dünyanın düz bir tepsi ve gökyüzünün de bir kubbe gibi örtülü olduğu düşünülüyormuş. Bir istiridye gibi. Bu istiridyenin içinde de bir inci vardır: Hz. Muhammed
Şair bu beyitte aynı zamanda şiirin sözden çok daha zor ve değerli olduğunu söylüyor. Nazm yusyuvarlak bir inciyi tam ekseninden bir ****k açıp onu bir ipliğe dizmektir. Dize de buradan gelir. İşte şiir yazmak da yuvarlak inciyi elle mükemmel bir şekilde dizmek kadar zordur.
Peygamberimizin inci ile bir başka bağlantısı da şöyledir: Peygamberimiz yetim olduğu için dürr-i yetim de denirdi.
Hz. Muhammed’in tüm sözlerine hadis diyemeyiz. Ama hadis niteliğindekiler de inci değerindedir.
18. Kılmağ içün tâze gülzâr-ı nübüvvet revnakın
Mucizinden eylemiş izhâr seng-i hâra su
Nübüvvet: Nebilik, peygamberlikGül-zâr: Gül bahçesiGül-zâr-ı nübüvvet: Peygamberliğin gül bahçesi.Revnâk: Güzellik, parlaklık.Izhâr: Gösterme, meydana çıkarma, gösteriş.Seng: Taş.Hârâ, hâre: Katı, sert.Seng-i hâra: Çok sert taş, mermerMu’ciz: Mucize

(Katı taş, peygamberliğin gül bahçesinin parlaklığını tazelemek için onun mucizesinden dolayı su çıkarmış.)
Telmih: Hz. Muhammed’in taştan su çıkarması.Tenasüp: Gül-zar, tâze, revnak, su.Teşbih: Peygamberlik gül bahçesine benzetilmiş.

Burada nebilik ve peygamberlik makamlarından bahsediliyor. Nebiler kitap ve şeriat getirsin veya getirmesin tüm peygamberler için kullanılır. Kendilerin önceki peygamberin getirdiği kitap ve şeriata (hukuka) davet eder. Nebi bu özelliği ile resul kavramından ayrılır, çünkü resûl yeni bir kitap ve şeriat getiren peygamberdir. Böylece her resul, nebidir fakat her nebi resul değildir. Nebi resûl kavr***** oranla daha geneldir.
Burada gül bahçesinin yetiştirilmesinden bahsediyor. Gül bahçesi kurumuştur. Çünkü Hz. İsa’dan bu yana 600 küsur yıl geçmiştir. O bahçeye bir renk verilmesi gerekmektedir. Buna bağlı olarak da Hz Muhammed’in mucizesine telmih vardır.
Bir gün peygamberimize bir grup adam geliyor. Ve diyorlar ki: “Bizim oralarda kuyular kurudu, ırmaklar akmıyor, dolayısıyla yaz çok kurak geçiyor, bitkiler yeşermiyor, kıtlık olacak.” Peygamberimiz de yerden yedi tane taşı topluyor, avucu içerisinde hepsini ufalayıp üzerine okuyor. Sonra gelenler teslim ediyor. Diyor ki, “Götürün bunu kurumuş olan kuyularınıza sırayla atın.” Her taş atılırken okuyacakları duayı söylüyor. Taşlar kuyulara atıldığında kuyuların dipleri suyun çokluğundan görülmüyor.
Her peygamber, peygamberliğin gereği olarak mucize gösterir. Müşriklere peygamber olduklarını ispat etsinler, onlar da inanabilsinler diye. Peygamberlik bahçesine güzellik vermenin yolu bu idi.
Fuzûlî’nin yaşadığı yerde demek ki gül bahçesi solmuş. Yani İslam adına bir gevşeme görüldüğü belli. Şair burada bölgedeki insanları uyarıyor. 
Burada peygamberler veliler arasındaki farktan söz etmek gerekir. Veliler Allah’a yaklaşmak için insanlardan uzaklaşırlar. Peygamberler de Allah’a yaklaşma için insanlara karışırlar. Peygamberlik sırrını kullanarak dünyayı güzelleştirmeye çalışırlar. İnsanları iyi yola sevk ederler. Çünkü o bahçenin solmaması gerekir. Bu da bir mucizedir. 
19. Mu’cizi bir bahr-ı bî pâyân imiş âlem kim
Yetmiş andan min min âteşhâne-i küffâra su
Bahr: DenizPâyân: Son, uç; kenar.Bî-payan: Sonsuz, uçsuz bucaksız.Ateş-hâne: Mecusilerin tapınağıÂteş-hâne-i küffâr: Kafirlerin ateşhanesi.

(Hz. Peygamber’in mucizeleri dünyada uçsuz bucaksız bir deniz gibi imiş ki ondan ateşe tapanların binlerce mabedine su ulaşmış ve onları söndürmüştür.)
Benzetme: Peygamberimizin mucizelerini uçsuz bucaksız bir denizi benzetilmesi.Tezat: Bahr-su-ateş.Tevriye: “Yetmiş” kelimesi hem erişmiş, hem de kifayet etmiş anlamında kullanılmıştır.Telmih: Beyitte Hz. Muhammet (S.A.V)’nin doğumuyla bin yıldır hiç sönmeyen Kisra sarayındaki ateşin sönmesi hatırlatılmıştır.

Burada “yetmiş” sözcüğünün iki anlamı vardır: 1. Mucize olarak yeter. 2. Suyun erişmesi.
Bu beyitte Hz. Muhammed’in doğumuyla Mecusilerin hiç sönmeyen ateşinin söndüğü söyleniyor. Bu ateşin sönmemesi için Mecusiler her türlü gayreti göstermişler ancak peygamberimizin doğumuyla o ateş sönmüş ve uzun süre yakılamamıştır. Böylece eşsiz mucizelere ****l olarak da ikinci dizeyi gösteriyor. Peygamberimizin mucizelerini eşsiz bir deniz olarak göstermiş şair. Bilindiği gibi su rahmet demektir. İran’ın fethinden sonra İranlılar Müslüman olmuşlardır. Böylece kafirler suya yani merhamet ulaşmıştır. Bu beyitteki binlercesi demek tüm İran’ın Müslüman olması demektir.
20. Hayret ilen barmagın dişler kim itse istima’
Barmagından virdigün şiddet güni ensâra su
Barmağını dişlemek: Parmağını ısırmak. İstima’: Dinleme, işitme, kulak verme.Ensâr: Yardım edenler, yardımcılar, hicrette Mekkeli Müslümanlara yardımcı olan Medineliler.

(Mihnet günü ensara parmağından su verdiğini kin işitse hayret ile parmağını ısırır.)
Telmih: Hz. Muhammed’in parmaklarından su akıtma mucizesi.Tenasüp: Hayret ile parmağını dişlemek

Peygamberimizin parmağından o şiddet gününde ensara su verdiğini duyan hayretinden parmağını ısırabilir.
Hicretten sonra Medine’deki ensarlar muhacirlere yardım etmişlerdir. Bu yardım bir çeşit su vermek olarak adlandırılmıştır. Burada birinci dizedeki parmağını dişleme hayretin bir göstergesidir. Bunu öyküsünü de ikinci dizede anlatmış.
Hz. Muhammed Hudeybiye’de konaklarken şiddetli sıcaklar başlar. O kadar şiddetli sıcak oluyor ki Müslümanların yanlarında getirdikleri su tahminlerden erken tükeniyor, sadece bir tek kırbada azıcık su kalıyor. Ensar, o kırbayı Hz. Muhammed’e getirip “Ya Resulallah! Bu sudan başka suyumuz kalmadı.” der. O kadar susamışlardır ki hepsi de belki benden daha fazla susayan bir mümin kardeşim vardır diye suyu içmemekte direnmişler ve halsiz düşmüşlerdir. Pek çoğu da Hz. Muhammed susayacak olursa o içsin diye hakkından feragat etmişlerdir. Peygamberimiz bunu üzerine elinin birini kırbaya koymuş, öteki elini göğüs hizasında kaldırmış ve beş parmağından beş oluk halinde sular akmaya başlamıştır. O gün o sudan herkes kana kana içip, abdestini alımıştır. Kırbalarını doldurup Medine’ye dönmüşlerdir. (Bir rivayete göre de bu olay Tebük Savaşından önce hicretten iki yıl önce yazın çok kurak geçmesi üzerine yaşanmıştır bu olay.)
İnsan parmağını dişlediğinde de kan çıkar, kan da bir çeşit sudur. Peygamberimizin parmağından su akması gibi parmağını her kim dişlerse dişleme eylemi parmağı kanatır. Bu beyitte su-kan ilişkisi vardır.


21. Dostu ger zehr-i mâr içse olur âb-ı hayât
Hasmı su içse döner elbette zehr-i mâre su
Mâr: YılanZehr-i mâr: yılan zehriÂb-ı hayat: **ümsüzlük suyuHasm: Düşman

(Dostu yılan zehri içse bu zehir onun dostu için âb-ı hayat olur. Fakat, düşmanı su içse o su düşmanına elbette yılan zehrine döner.)
Tezat-Tenasüp: Dost düşman, yılan zehri, âb-ı hayat. Telmih: Peygamberin mucizesine atıf.Leff ü neşr: Dost-hasım, zehr-i mâr-su, olur-döner, âb-ı hayat-zehr-i mar” kelimelerinde. 1. mısrada sıralanan kelimelerin tamamlayıcı karşılığı 2.mısrada verilmiştir. 

(AB-I HAYAT) Hızır, İlyas ve İskender ab-ı hayatı bulmak için yola çıkarlar. Vardıkları yerde oranın halkı ab-ı hayatın karanlıklar ormanını geçince (veya karanlıklar ormanında) olduğunu söylerler. Yollarına devam ederken yol üçe ayrılır. Onlar da eğer suyu bulurlarsa birbirilerine haber vermek şartıyla üçe ayrılıp suyu aramaya devam ederler. Sonra Hızır ve İlyas bir yerde karşılaşır. Onlar birlikte aramaya devam ederler. İskender de tek başına. Yorulunca bir ırmağın kıyısında oturup balık yerler, ırmaktan bir damla balığın üzerine düşer ve balık canlanıp ırmağa atlar. İlyas ve Hızır böylece bu suyun ab-ı hayat olduğunu anlarlar. Kana kana içip ölümsüzlüğe kavuşurlar. Ama Allah onlara bunu İskender’e söylememelerini emreder. Onlar da söylemez.
Zehir bazen tedavi amaçlı kullanılır. O zaman insanı hayata döndürür. Yılan zehrine alışık olduğunuzda zehri size hayat verir. 
Peygamberimiz yılan sokan birine yılanın soktuğu yeri tükürüğüyle mest etmiş ve hayatını kurtarmıştır.
Hz. Ömer’e Mısır’da zehir içirmelerine rağmen zehrin onu etkilememesi.
Zehir Hz. Muhammed’in dostlarını etkilemiyor. Ab-ı hayat oluyor. Diğer bir taraftan;
Tebük’ten dönerken Semud kavmi’nin harabelerinden geçilir. O sırada Müslümanlar oradaki sudan kırbalarını doldurup ekmek yoğurmaya başlamışlar. Hz. Muhammed ise hepsini döktürmüş. Çünkü oradaki suyun pis olduğu Allah tarafından kendisine bildirilmiştir. Suyun pisliği sadece moleküler yapısından değildir. İçeni ahlâken de zarar uğratacak yapıdadır. Hastalık bulaştırmasın diye temiz görünen suyun kullanılmasını engelliyor.
Hicret sırasında Hz. Muhammed, Hz. Ebu Bekir’le bir mağaraya girerler. Hz. Muhammed bir ara başını Hz. Ebu Bekir’in dizine yaslayarak uyur. Bu sırada bir ****kten zehirli bir yılan gelir. Hz. Ebu Bekir yılanın Hz. Muhammed’e zarar vereceğini korkusuyla geldiği ****ği ayağıyla kapatır. Yılan sürekli çıkmak ister, ayağını sokat; ama o inatla çekmez. Bir süre sonra Hz. Muhammed uyanır ve Hz. Ebu Bekir’in acısını anlar. Hz. Ebu Bekir de olanları anlatır. Hz. Muhammed zehri etkisiz hale getirir ve yılana çağırıp neden böyle yaptığını sorar. Yılan da onu güzel yüzünü görmek için yaptığını söyler.
22. Eylemiş her katre den men bahr-ı rahmet mevc-hîz
El sunup urgaç vuzû içün gül-i ruhsâra su
Katre: DamlaRahmet: Acıma, koruma; merhamet, nisan yağmuruBahr-ı rahmet: Rahmet deniziMevc: DalgaMevc-hîz: Dalga kaldıran, dalgalandıran.Vuzu’: Abdest, abdest alma.Urgaç: Vurunca, vurduğu zaman.Ruhsâr: Yanak, yüz.Gül-i ruhsâr: yanağın gülü, güle benzeyen yanak.

(Abdest almak için el uzatıp gül yanaklarına su vurunca sıçrayan her su damlasından binlerce rahmet denizi dalgalanmıştır.)
Benzetme: Peygamberimizin yanağı güle benzetilmiş.Tezat: Katre- bahrTenasüp: Su ile ilgili sözcüklerin hepsi.

Abdest günahları döker. Abdest suyunun değdiği uzuvlarımızdaki günahlarımız bağışlanır. Böylece Allah’ın huzuruna çıkacak hale geliriz. Dolayısıyla Abdest suyunun her bir damlası ayrı bir rahmet denizidir. Abdest alınca insanlar rahmet denizinde yıkanmış gibi oluyor. 
(O çiğ tanesi olmasa belki de gül solacak. Çiğ tanesi güle canlılık veriyor.)
Şair; gül yapraklarının üzerindeki çiğ tanelerinin nasıl rahmet olduğunu anlatabilmek için Hz. Muhammed’in gül yanağının üzerinde abdest alırken serpilen suyun parçalanmasını örnek gösteriyor. Burada gerçek gül onun yanağıdır ve yanağa değen her bir damla bir çiğ tanesi misali rahmet denizine doğru yol almaktadır.
Tasavvufta her damla denizi özler. Denize kavuşmak ister. İşte güldeki çiğ tanesi (onun yanağındaki bir damla) rahmet denizine doğru gidiyor. 
Hz. Muhammed Tebük’ten dönerken bir kuyu veya kaynak su görüyor. Suyu kesilmek üzere olan kuyunun içine üç tane demir çubuk saplıyor. Kurumaya yüz tutmuş o kaynaktan birdenbire ırmak gibi sular akmaya başlıyor. Şair yukarıdaki ifadesiyle sanki o mucizeye atıfta bulunuyor.
Tasavvufa göre damla çokluğuyla kesret; denizse vahdettir. Damla küçük, denizse büyüktür. Her damla kesret aleminden denize, vahdet alemine düşe kalka, zorluklarla kavuşmak ister. Burada damla derviş, deniz ise Allah’tır.
23. Hâk-i pâyine yetem der ömrlerdir muttasıl
Başını taşdan taşa urup gezer âvâre su
Hâk: ToprakPây: AyakHâk-i pây: ayak toprağı, ayak tozu, ayağın bastığı yer, ayağın bastığı toprak; 
mezar.
Muttasıl: Ulaşan, kavuşan; bitişen; ara vermeden…Ur: vurmak

(Su, ayağının toprağına ulaşayım diye başını taştan taşa vurarak ömürler boyu, durmaksızın başıboş gezer.)
Kişileştirme: Suyun peygamberimize olan aşkı, ona kavuşamadığı için kendini taşlara vurması.Hüsn-i Talil: Suyun gezmesinin sebebi olarak. Yine Suyun taşların arasında onlara çarpa çarpa gitmesini şair “üzüntüsünden, pişmanlığından dolayı suyun başını taştan taşa vurduğu”Kapalı İstiare: Su insana benzetilmiş. Sadece su söylenmiş.Tezat: Ayak ve baş kelimeleri arasında.

Şair önceki beyitlerde Dicle’nin Medine’ye doğru aktığını söylüyordu. Hz. Muhammed’e ulaşmak, ayağına ulaşmak için ömürlerdir, yüzyıllardır kendini yıpratarak Hz. Muhammed’e doğru akıyor (Hani şair onu kıskanıyor, onu yolunu değiştirmek istiyor, yolunda toprak olmak istiyor, bağrı yanıyordu…).
Burada isyankâr insanlara sesleniyor. Bir ırmak başını taştan taşa vurarak akıyor. Ama bir insanlar bunu yapmıyor. Ömürler boşa gidiyor. Irmak bunu yapıyor. Ayağının değdiği toprağa erişeyim diye yapıyor ama bizler hiçbir çaba göstermiyoruz. Hayat boşa geçiyor ve biz bunu farkında değiliz.
Dicle sürekli Hicaz’a doğru akıyor. Hacılar da her yıl Hicaz’a gidiyor. Su da oraya hacı olmaya gidiyor. İnsanlar da su olmak, rahmet almak, rahmet olmak için gidiyor. Burada suyun taştan taşa vurması çektiği insanların hacca giderken çektiği sıkıntıdır. Eskiden insanlar hacca giderken yolda birçok sıkıntı çekiyorlarmış. Tüm bu taştan taşa vurmalar, çekilen sıkıntılar sevgilinin ayağının toprağını öpmek için.
24. Zerre zerre hâk-i dergâhına ister sala nûr
Dönmez ol dergâhdan ger olsa pâre pâre su
Der-gâh: Kapı yeri, eşik; padişah kapısı, saray; Allah’ın huzuru, Şeyh kapısı, tekkeHâk-i der-gâh: Eşiğin toprağı.

(Su, onun eşiğinin toprağına zerrecikler halinde ışık salmak ister. Parça parça da olsa o eşikten dönmez.)
Kişileştirme: Suyun aşık insan gibi davranması.Hüsn-i Talil: Su parça parça olsa bile yine bir araya gelir. Bunu “ölse de yolundan dönmez” şeklinde gösterilmiştir.Leff ü Neşr: Zerre zerre- pâre pâre, nûr-su.Teşhis: Su, insan gibi, âşık gibi düşünülmüş.
İster toprak ister toz olsun her zerre ışığını güneşten alır. Bu zerre su ise o zaman ışık kat kat fazla kırılır ve paramparça olup zerrelere ayrılır. Suyun parçalanmasıyla büyük bir güç oluşur. Güçle taşları ve metalleri keser. Demek ki su bir yandan yumuşak huyun bir yandan katı bir keskinliğin örneğidir.
Şelale kenarında yüzümüze su damlaları çarpar ama biz onu göremeyiz. Sebebi su zerrelerine ışığın çarpmaması. Burada Dicle nehrinden bahsediyor. Onu parça parça etseler bile o bildiği yoldan dönmez. Ben de onun gibi paramparça olsam da bu yoldan dönmem. Bağrımda yanan aşk var. Varlığı, ham maddesi ısı ama aşkla birdenbire ışık oluyor.
(Ateş ile suyun moleküler yapısı birbirine benzer. Ateşin moleküler yapısı sudan bir birim azdır. Hz. İbrahim’i ateşin yakmadığı söylenir bu yüzden. Ateş su olmuştur.)
25. Zikr-i na’tun virdini derman bilür ehl-i hatâ
Eyle kim def’-i humâr içün içer meyhâra su
Zikr: Anma anılma.Na’t: Övme, Hz. Peygamberi ve dört halifeyi övmek için yazılan şiirler.Vird: Dile dolanan, sürekli tekrarlanan söz.Ehl-i hatâ: Hata ehli, günahkar kişilerHumâr: Şarabın verdiği sersemlik, baş ağrısı, uykudan önceki ve sonraki mahmurluk.Mey-hâr: içki içen

(Sarhoşlar içkiden sonra gelen baş ağrısını gidermek için nasıl su içerlerse, günahkarlar da senin na’tının zikrini dillerinde tekrarlamayı derman bilirler.)
Benzetme: Benzeyen: Ehl-i hatâ Benzetilen: Meyhâra Benzetme Edat: Eyle kiBenzetme Yönü: Pişmanlığı ifade için yapılan fiiller( su içmek, bir şeyi su gibi içmek, ezberden okumak.)Tezat: Humar-dermanTenasüp: Meyhâra, içer, def’-i humar

İçki içen kimsenin bir süre sonra çektikleri baş ağrısı ve ağırlığıdır. Bu baş ağırlığı ancak küçük bir içki içmeyle giderilir. Su içmek ise humarı arttırır. Zaten içki içmenin adabına uygun değildir. 
İlk dizeye dönersek;
Zikir ve vird bir şeyi tekrarlamaktır. Zikir Allah’ın adını tekrarlamaktır. Hastalarda şifa için sürekli Hz. Muhammed’in adını anarlar. İşte burada hata yapanların sürekli Hz. Muhammed’i överek derman aradıklarını söylüyor. Şair burada aynı zamanda iç hesaplaşmasını yapıyor. Eskiden şairler içki içmeseler bile içkiyi öven gazeller yazarlardı. Böylece hata ehli olurlardır. Bu sebeple divanların başına naat (övgü şiirleri), münacat (Allah’a yalvarmak için yazılan şiirler) koyuyorlardır. Şarabı öven şiirleri yazıp yani hata ehli olup daha sonra da naatlarla da af diyorlardı. Burada şarap içenler ağrılarını gidermek için nasıl humar içerlerse bir noktadan sonra senin adını anıp hadislerini söyleyerek bu hatalarından dönerler. 
Kâb b. Züheyr, İslâmiyet yayılırken İslâmiyet’in aleyhine bir sürü gazeller söylüyordu. Hz. Muhammed ise “kanı helaldir” diye bir emir dağıtmıştır. Kâb b. Züheyr’in şiirleri o kadar etkileyiciydi ki onu dinleyenler İslâmiyet’i tanımadan İslâmiyet’e düşman oluyorlardı. Kanı helâl kılındıktan sonra Kâb b. Züheyr ortadan kaybolur. Uzun bir süre sonra bir gün Hz. Muhammed meclisine bir şair gelir. Şair bir şiir, bir kaside, bir methiye söylemeye başlar. Herkes onu hayranlıkla dinler. Şiirin öyle bir beytini söyler ki Hz. Muhammed hediye edecek bir şey bulamadığı için kendisine üstündeki hırkayı verir. Şair ise kendisinin Kâb b. Züheyr olduğunu açıklıyor ve Hz. Muhammed onu affediyor.
Kâb b. Züheyr Cahilliye Döneminde içkinin su yerine içildiği bir zamanda yaşamıştır. Hatadan dönünce birdenbire içkinin baş ağrısını, içkinin daha önce biriktirdiği o karalıkları hep su ile yıkamaya başladı. Çünkü su rahmetti ve su Hz. Muhammed’i temsil eder. Hz. Muhammed: “İçki kötülüklerin anasıdır.” der. Çünkü içki içildiğinde başka kötülükleri yapılmasına yol açar.
“Vird” sözcüğü “verd” şeklinde de okunabilir. Verd ise gül yaprağı demektir. Yaprak ise yazı içerir. Yazıyı düşündüğümüzde yaprak kitaba dönüştürülmüş olur. Kitap olunca da naat (övgü) metni oluşur. Naatlarda da şifa olduğuna göre vird kadar verd de şifa olur. Kademe kademe yani. Bu kitaba bakıp naat okuyarak şifa beklenebilir.
Burada şairin söylediği her sözcük birbirine ulaşarak dönüp dolaşıp nata geliyor.


26. Yâ Habîba’llâllah yâ Hayre’l-beşer müştakunam
Eyle kim leb-teşneler yanup diler hemvâra su


Habîbullâh: Allah’ın habibi, sevgilisi, Haz. Muhammed.Hayrü’l-beşer: İnsanların en hayırlısıTeşne: Susamış, susayanLeb-teşne: Susuzluktan dudağı kuruyanHem-vâr: Daima, her an, sürekli; uygun yer.

(Ey Allah’ın sevgilisi! Ey insanların en hayırlısı! Susamışların sürekli su diledikleri gibi ben de seni özlüyorum.)
Tenasüp: Müştâk-habib; leb-teşne-su-yan” kelimeleriyle.Benzetme: Susuzluktan dudağı kurumuşların su dilemesi gibi seni özlüyorum.Tezat: yan-, su kelimeleriyle.

Şair burada özleminin büyüklüğünden bahsediyor. Bu özlem öyle büyük ki… Tabiri caizse çöldeki yolcuların serap görecek kadar susamalarına eş tutuyor. Kendini susuzluktan dudakları çatlamış insanlara benzetiyor. Bu özlem öyle bir özlem ki dudak suya hasrettir. Yanıp yangın içinde sürekli su diler. Şair burada elini açmış dua eder gibi görünüyor. Hz. Muhammed’e İnsanları en hayırlısı, Allah’ın sevgilisi sıfatlarıyla sesleniyor. Ondan şefaat istiyor. Böyle iltifat ederse kendisini boş çevirmeyeceğini düşünüyor. Sonuçta herkes Hz. Muhammed’den şefaat ummaktadır. “Daha Âdem ruh ve ceset arasında iken, yani yaratılmadan ben nebî idim.” diyen bir mübarek varlığın yüzü suyu hürmetine elbette Allah onun müminlerini affedecektir.
27. Sensen ol bahr-ı keramet kim şeb-i Mirâc’da 
Şebnem-i feyzün yetürmiş sâbit ü seyyâr su

Kerâmet: İkram, olağanüstü durum.Bahr-ı keramet: Keramet denizi, Hz. MuhammetŞeb: Gece.Şeb-i Mi’râc: Miraç gecesiŞeb-nem: ÇiğSeyyar: Gezen, gezici.

(Sen o keramet denizisin ki Miraç gecesinde feyzinin çiğleri sabit yıldızlara ve gezegenlere su ulaştırmıştır.)
Benzetme: Peygamberimizi keramet denizine benzetmiş.Tezat: Bahr-şebnem.Tenasüp: Bahr-şebnem-feyz-su Telmih: Miraç gecesi 


Şaire göre onun feyz ve bereketi, yani şebnemi veya su buharı hem yıldızları hem gezegenleri doldurmuş durumda. 

(Eskiden isin denilen bir maddenin dünyayı kapladığı düşünülürdü (Bu şimdiki atmosferdir.) İsin’in içinde akışkan bir madde vardır. Bu maddeyle uzayda ışık dalgaları yayılabilir. Biz bu maddeyle, bu maddelerin sıvı oluşuyla maddelerin görünürlüğü adına yıldızları görüp tanıyabiliyoruz.)

Hicret’ten bir buçuk yıl önce Miraç olayı gerçekleşmiştir. Miraç’ta Hz. Muhammed Kudüs’teki Mescid-i Aksa’ya gitmiş oradan da miraca çıkmıştır. Bir rivayete göre miraca çıkarken bütün gezegenler yoluna çıkıp selamlaşmışlar ve kendisinden şefaat dilemişlerdir. Böyle Hz. Muhammed’in bereketi tüm kâinatı kaplamış oluyor. Sonuçta “Sen olmasan, sen olmasan ya Muhammed! Kâinatı yaratmazdım.” kutsi hadisi sebebiyle gezegenlerin parlaması da Hz. Muhammed’in yaratılışıyla açıklanabilir. İslamiyet’in sonsuza değin yaşayacağını düşüncesini şair çoğaltarak “Gezegenlerde bile, gökte bile onun dini hakim olacaktır.” şekline büründürüyor.

Beyitte geçen keramet sözcüğü iyilik, cömertlik, ihsan anlamındadır. Bahr ise deniz, kaynak anlamındadır. Bahr-ı keramet iyilikler denizi demektir. Deniz suyun kaynağıdır. İncinin çıkarıldığı yerdir. Denizden balık tutar karnımızı doyurur, inci çıkarır zengin oluruz. Sahilde oturup hayal kurarız. Yani denizin birçok yararı vardır. Bu kerametlerin her biri bir inci gibi görülmektedir. Diğer bir değişle deniz bir kaynaktır. Nehirler denizlere akıyor. Denizdeki su buharlaşıyor, yağmurla toprağa karışıyor. Bu suların bazıları tatlı su, bazıları tuzlu su, bazıları da şişelenip soframıza içme suyu oluyor. Bazıları pisleniyor, süzülüp arıtılıyor, damıtılıyor. Tekrar su haline geliyor. Böyle bir döngü Allah’tan kopup evrene düşen insanın tekrar aynı yolla Allah’a erişmesini sembolize ediyor. Böylece bu güzellik çemberi ile dünya dolaşıyor. Sürekli bir döngü var. Sanki her şey suyla şekillenmiş. “Hayatı olan her şeyi sudan yarattık.” ayeti akla geliyor.
28. Çeşme-i hurşîdden her dem zülâl-i feyz iner
Hâcet olsa merkadün tecdîd iden mi’mara su

Çeşme: Pınar, kaynak, gözHûrşîd: GüneşZülâl: Soğuk, güzel, tatlı suMerkad: Türbe, mezarTecdîd: Yenileme, yenileşme, onarma, tamir etme.

(Senin kabrini onaran mimara su lazım olsa, güneş çeşmesinden her an bol bol saf, tatlı ve güzel su iner.)
Teşbih: Güneş çeşmeye, ışıklar zülale benzetilmiş.Tenasüp: Mimar- tecrid, zülal-çeşmeTezat: hurşid ve su kelimeleri arasında

Bu beyitte şair toprağının çatısını düzeltecek olan mimara güneşin bile çeşme olup su vereceğini söylüyor. Belki mimara su gerekir diye. Sadece ona. Şair “Yeter ki onaracak biri olsun. Senin uğruna bir tek kıpırdanış, bir hareket güneşin tatlarını yağdırır.” demek istiyor. “Eğer Hz. Muhammed’in mezarına hayır yapılacak olsa ve tamir su lazımsa güneş bile su yağdırır. Güneş, ateş olma özelliğinden çıkar.”
29. Bîm-i dûzah nâr-ı gam salmış dil-i sûzânuma
Var ümîdüm ebr-i ihsânun sepe ol nâra su

Bîm: Korku, tehlike.Dûzah: CehennemBîm-i dûzah: Cehennem korkusuNâr: Ateş; cehennemNâr-ı gam: Gam ateşiSûzân: Yanan, yanıkDil-i Sûzân: Yanık gönülEbr: Bulutİhsan: Bağış, lütuf, iyilikEbr-i İhsan: İhsan bulutu

(Cehennem korkusu, yanık gönlüme gam ateşi salmış ama o ateşe senin ihsan bulutunun su serpeceğinden umutluyum.)
Tezat: Cehennem, nar, suzan-ebr, su serpmek bîm ümîdTenasüp: Ümîd etmek-su serpmek.Leff ü neşr: “Bîm-i dûzah-ümid, nâr-ı gam- ebr-i ihsan, salmak-sepmek, suzan-nâr” 

Burada cehennem korkusuyla yanan bir kalp var. Bu kalp öyle bir ateşle doludur ki hiçbir su söndürmeye yetmiyor. Sevgilinin ihsan bulutlarının suyu söndürebilir ancak. Bardaktan boşalırcasına olup ateşi söndürecek. İçi yanan bir insanın suya ihtiyacı vardır. Şairin de “Ümidim var.” demesinin sebebi budur. Cehennem korkusunda su ümidi vardır. “Allah’ın rahmetinden ümidinizi esirgemeyin.” ayetini hatırlatıyor. Çünkü bütün kirlerin temizlenmesi rahmet yağmuruyla yani suyla olur. Rahmetten ümidi kesmek zaten küfre girer. Şair rahmetten umudunu kesmediğini söylüyor. Bize duaya başlayacağını bildiriyor. Çevresini ateşlerin aldığını bu yüzden de duaya ihtiyacı olduğunu dile getiriyor. Umudunu belirtiyor.

Şair aynı zamanda Hz. Muhammed’in gölgesinin yere düşmediğini, başının üstündeki buutun sürekli onunla hareket ettiğini ve böylece rahmet bulutunun rahmetini istediğini söylüyor. “

“Sevgili senin ihsan bulutun seni sıcak günlerin ateşinden koruduğu gibi benim günahlarımın neticesi olan ateşi de söndürecek diye bir umudum var ve bu umutla yaşıyorum. Yoksa halim harap.”

(Ateş ile cezalandırmak Allah’a mahsustur. İslamiyet’te canlıları ateşle yakıp öldürmenin yeri yoktur.)

İnci, nisan yağmurundan olur. İstiridye, nisan yağmurları başladığında karaya çıkar. Yağmur damlasıyla beraber içine kum tanesi girer. İçine girdiğinde istiridyeyi rahatsız eder. İstiridye de acısını hafifletmek için sürekli sıvı salgılar, kum tanesinin üstünü kapar. Bir süre sonra o salgının hükmü geçer. Sürekli sıvı salgılanır. Sıvılar katman katman olur ve inci oluşmuş olur. Yani inci istiridyenin isteğiyle oluşmaz. Eğer istiridye yağmur tanesinden bir damla alıp denize dönerse kanaatkâr bir istiridye sayılır. 

Yusyuvarlak ve herkesin elde etmek istediği bir istiridye olur. Eğer açgözlü davranıp iki damla almamışsa inci eğri büğrü olur. İncilerin çoğu eğri büğrüdür. Yuvarlak olanı çok azdır. O nisan yağmuru istiridyenin içinde inci yapar. Ama nisan yağmuru baharda kış uykusundan uyanan, dersini ısıtmak isteyen yılana da zehir olur. Yani Allah’ın nimetini herkes kendi nasibine göre tasarrufudur. Hani huya göre tasarruf gibi. Yoksa nur hep aynı nur. Birisi ona başka şekil verir, karartır. Diğerini daha da parlatır.

(Tac Beyit)
30. Yümn-i natünden Güher olmış Fuzûlî sözleri
Ebr-i nîsândan dönen tek lülü-i şehvâra su

Yümn: Uğur, bereket.Na’t: Överek anlatma, niteleme.Yümn-i na’t: Na’tın uğuru, bereketi.Güher: Cevher, inci, mücevher.Ebr-i Nisan: Nisan bulutuLü’lü: İnci.Şeh-vâr: Şaha, hükümdara yakışır, şahane.Lü’lü-i Şah-vâr: Şahlara yakışır iri, kıymetli inci.

(Seni övmenin bereketinden dolayı Fuzûlî’nin sıradan sözleri nisan bulutundan düşüp iri inciye dönen su damlası gibi birer inci olmuştur.)
Benzetme: Sözlerini inciye benzetmiş.Telmih: İncinin, nisan yağmurundan olduğu inancına.Hüsn-i Talil: Fuzûlî’nin sözlerinin güzel olması Peygamberi övmenin bereketiyledir.Tevriye: “Fuzuli’nin sözleri” hem Fuzuli'nin sözleri hem de değersiz boş sözler anl***** gelebileceğinden Tenasüp: “yümn-ebr-i nisan-su; lü’lü-güher ve na’t-şahvar sözlerinin birlikte kullanılmasıyla.

Şair burada biraz kendini övüyor ve şiirinin güzelliğini farkına varılmasını istiyor. Bunu sebebi açıklarken de “Benim sözlerim cevher olamazdı, inci olmazdı; ama seni övdüğüm için senin adını andığım için her biri inciye döndü.” diyor.

Bir damla yağmur nasıl inciye dönüşürse ben de su gibi bir söz söyledim ama sonra adını andığım için o su damlası inciye dönüştü.
31. Hâb-ı gafletden olan b^dâr olanda rûz-ı haşr
Eşk-i hasretden tökende dîdew-i bîdâra su



32. Umduğum oldur ki rûz-ı haşr mahrûm olmayam
Çeşm-i vaslın vere men teşne-i dîdâre su
Hâb: Uyku.Hâb-ı Gaflet: Gaflet uykusu.Bidâr: Uyanık.Rûz: Gün.Rûz-ı haşr: Mahşer günüEşk: GözyaşıEşk-i Hasret: Özlem gözyaşı, hasret gözyaşıTökende: DöktüğündeDîde: GözDîde-i bîdâr: Uyanmış göz, uyanık göz Çeşme: Pınar, su kaynağı.Vasl: Kavuşma, ulaşma, vasıl olma.Çeşme-i Vasl: Kavuşma pınarıTeşne: Susamış, susuz, çok istekli.Teşne-i Dîdâr: Yüzün susamışı; görmeye, görüşmeye, güzel bir yüz görmeye susamış olan.

(Kıyamet gününde gaflet uykusundan uyanan düşkün göz, hasretten su döktüğü zaman, mahşer günü, güzel yüzüne susamış olan bana vuslat çeşmesinin su vereceğini, mahrum bırakmayacağını ummaktayım.)
Tezat: Gaflet-bîdârTenasüp: “dide-eşk-su-tök-” kelimeleri arasında.

Fuzûlî, öncelikle bu hayatın gaflet geçtiğini, bunun önünü almak için Hz. Muhammed’in dostluğunu edinmeye çabalamak gerektiğini, bu uğurda gözyaşı dökmenin lüzumunu, hatta bu gözyaşlarının hasret gözyaşları kadar sıcak ve yakıcı olması gerektiğini vurguluyor. Diğer yandan, mahşer gününde gaflet uykusundan uyanık olmanın çaresini de bu dünya da aşk ile uyanık kalmak, seherleri uyanık geçirmek biçiminde bir sisteme oturtuyor ki gerçekten aşık için seher vakti çok önemlidir. Sevenin sevdiğini samimiyetle anmasının en katıksız zamanı seher vaktidir.

Fuzûlî mahşer yerini şiddeti ve herkesin aynı kapıya ilticası göz önünde bulundurarak son beyitte tam bir dua ile kendisinin bağışlanma emelinden bahsediyor. Hz. Muhammed’i sevmiş olmaktan eli boş kalmamayı, tam tersine yüzünü görmekle onun meclisine dahil olmayı ummaktadır. Beyitteki çeşme-i vasl tamlaması bir yandan vuslat (kavuşma) çeşmesi denek olurken diğer yandan vuslat yüzü veya yüzünün vuslatı anlamlarına da alınabilir. Şair şefaat gününde kendisinin de ümmeti arasında sayılması için yalvarmakta, rahmet nazarının dışında kalmamayı dilemektedir. Üstelik o nazar ile çoktandır özlediği sevgilinin (Hz. Muhammed’in) yüzünü görebilmeyi, hani susuzluktan dudakları çatlayan birinin suyu istemesi gibi istemektedir.

Hayır yapmak isteyenlerin su hayrını tercih ettikleri, çeşme ve sebil yaptırdıkları meşhurdur. Şair, su rahmet olduğu ve hayatın da özünü oluşturduğu için. Hz. Muhammed’in şefaatini de sanki bağrı yanıklar içsin diye su dağıtmak, rahmetini paylaşmak olarak algılamış. Bu yüzden kendisini de o hayrın içinde görme umudunu belirtmiş.

10. Etkinlik
Kasidenin ahenk özelliklerini bularak aşağıdaki tabloya yazınız.
KAFİYE-REDİF
ÖLÇÜ
“Su”lar redif, “are”ler zengin kafiye
Aruz ölçüsü
SES-SÖYLEYİŞ
Aruz ölçüsüyle beyitler halinde söylenmiştir. Her kelime aruz kalıbına uygun seslerden seçilmiştir.


11. Etkinlik
a) Şiirde kendi anlamı dışında kullanılan kelimeleri belirleyiniz. Aşağıdaki şablona yazınız.
Su: Hz. Peygamber yerine kullanılmış.
Ateş: dert, sıkıntı, heyecan anlamında kullanılmış.
Gönül: İnsan yerine kullanılmış.
Peykan: okun ucundaki demire denir. Metinde gönlü yaralan dert anlamında kullanılmıştır.
Gül: Hz. Peygamberin yüzü anlamında kullanılmış.
Servi: Sevgilinin boyu yerine kullanılmıştır.
b) Kendi anlamları dışında kullanılan kelimelerin şiiri nasıl etkilediğini belirtiniz.
Bu kelimeler şiirin çok anlamlı olmasını sağlıyor. Bu şekilde okuyucu şiirden daha çok anlam çıkarabilir. Kelimelerdeki çok anlamlılık şiirler için bir zenginliktir.

12. Etkinlik
İncelediğiniz şiirde divan şiirinde kullanılan ortak imgelerden hangileri vardır? Bu imgeler nasıl kullanılmıştır, yazınız.

Şiirdeki imgeler
İmgelerin nasıl kullanıldığı

Hz. Peygamberin su olarak düşünülmesi
Gözün gönüldeki ateşleri söndürmeye çalışması
Gözden akan suların renginin gökyüzüne aks etmesi
Hz.Peygamberin yüzü gibi bir gülün olması
Suyun aşık olduğu için akması
Hz.Peygamberin inci olması

İmgeler şiirde bir hayal unsuru olarak bulunur. Şairin düşünce dünyası gösterir.

13. Etkinlik


Şiirdeki edebî sanatları bularak tahtaya yazınız.
1. beyit
ey: Nida sanatı,
göz: Teşhis= kişileştirme,
od: (aşk ateşi): Açık istiare
4.beyit
Dil-i mecruh: Teşhis,
Peykan: (=kirpik): Açık istiare,
5. beyit
Abartma (=Mübalağa): Beytin tamamı,
yüz - gül: Teşbih-i Beliğ (Güzel benzetme
8.beyit
Dil-i bimar: Teşbih-i Beliğ, tig: Açık istare
13.beyit
S : Aliteresyon

14.    Etkinlik
a.    Şiirde anlatılanların yaşanabilirliğini tartışınız. Sonuçları defterinize yazınız.
Şiirde anlatılanların  bazıları yaşanmış  olaylar bazıları ise yaşanması mümkün olmayan şiirin çekiciliğini arttırmak için yapılan benzetmelerdir.
b.    Şiirde gözlem yapılmış mıdır? Sözlü olarak ifade ediniz.
Evet şiirde gözlem yapılmış, tabiat gözlenmiş ve tabiattaki varlıklar şiirde benzetme ve kişileştirme olarak kullanılmıştır.
15.    Etkinlik
Şiiri, birimleri oluşturan düşünceleri de göz önünde bulundurarak yorumlayınız. Düşüncelerinizi sözlü olarak ifade ediniz.
Su kasidesi Hz. Peygamberin özelliklerinin şiir tadında anlatıldığı en güzel şiirlerden birisidir.
16.    Etkinlik
Şiirin size hissettirdiklerini ve şiir hakkındaki yorumlarınızı aşağıdaki boş bırakılan yere yazınız.
Hissettiklerim, Yorumlarım
17.    Etkinlik
Okuduğunuz kasideden hareketle Fuzûlî'nin fikrî ve edebî yönü hakkında çıkarımlarda bulunarak bunları kavram haritasına yazınız.
Fuzuli:
  • Fuzûlî, Azeri asıllı Türk divan şairidir.
  • Asıl adı Mehmet oğlu Süleyman'dır.
  • Öğrenimi hakkında kesin bir bilgi olmayıp, eserlerinden İslâmî bilimler ve dil alanında çok iyi bir eğitim aldığı anlaşılmaktadır.
  • Türkçe divanının önsözünde “Bilimsiz şiir temelsiz duvar gibidir, temelsiz duvar da değersizdir.” demektedir.
  • Türkçe divanındaki şiirlerini Azerî lehçesinde yazmıştır.
  • Aynı zamanda Arapça ve Farsça divanlarından bu dilleri de çok iyi bildiği anlaşılmaktadır.
  • Eserlerinde kullandığı dil dönemindeki divan şairlerine göre daha sade, anlaşılır bir Türkçedir.
  • Halk deyişlerinden bolca yararlanmıştır.
  • Bedensel zevklerden ziyade tasavvufî bir aşk, ehlibeyte duyulan özlem, ayrılık acısı şiirlerinin konusunu teşkil etmiştir.
  • Duygu ve düşüncelerini çok içten ve lirik bir şekilde ifade etmeyi kolayca başarmıştır.
  • Bu açıdan bakıldığında Türk şiirinde karşılaştırılabileceği tek şair Yunus Emre'dir. Leyla ve Mecnun mesnevîsi aynı konuda yazılmış (Arapça ve Farsça dâhil) en iyi mesnevîlerden biridir.
  • İran şiirinden Hafız, Türk şiirinden ise Nesimî ve Nevâî çizgisini en başarılı şekilde kemale erdirmiştir.
  • Kendisinden sonra gelen bütün divan şairlerini etkilemiştir.
  • Kanunî'nin Bağdat'ı fethinden sonra (1534) padişaha kasideler sunmuştur.
  • Padişah tarafından beğenilen kasideler karşılığında dokuz akçelik maaşla ödüllendirilmiştir.
  • Maaşını alamayınca Şikayetnãme'yi yazmıştır.
  • Şikayetnãme Fuzuli'nin en önemli eserlerinden biridir. Şikâyetnâmesinde Fuzuli şöyle der: “Selam verdim rüşvet değildir diye almadılar. Hüküm gösterdim faydasızdır diye mültefit olmadılar.”

18. Etkinlik
Fuzûlî'nin hayatı ve edebî kişiliği hakkında çıkarımlar yaparak eserle şair arasındaki ilişkiyi belirleyiniz. Sonuçları sözlü olarak ifade ediniz.

19. Etkinlik
a. Su kasidesinde bahsedilen Ahmed-i Muhtar'ın kim olduğunu ve şiirdeki işlevini tartışınız. Sonuçları yazılı olarak ifade ediniz.
Ahmed-i Muhtar Hz. Peygamberdir.
b.    Şiirin hangi gelenekte yazıldığını belirtiniz.
Şiir divan şiiri geleneğine göze yazılmıştır.
c.    Sizce gazel ve kaside kimler için yazılmıştır? Bunların belli bir okuyucu kitlesi var mıdır?
Düşüncelerinizi belirtiniz.
Gazel dünyalık bir sevgili için yazılmışken, kaside Hz. Peygamberi övmek için yazılmıştır. Gazelin ve kasidenin kendine göre bir okuyucu kitlesi vardır. Herkes dendi düşünce dünyasına uygun şiirleri sever ve okur.

20. Etkinlik
Gazel ve kaside hakkında öğrendiklerinizi aşağıdaki boş bırakılan yere yazınız.
GAZEL
  • Divan şiirinde; çok yaygın olarak kullanılan bir nazım şeklidir.  
  • Aruz öçlüsüyle yazılır.
  • Kafiye düzenini aa / ba / ca / da / ea / fa şeklindedir.
  • Gazellerde beyitler arasında mana birliği olabileceği gibi, her beyit ayrı bir konuyu işlemiş de olabilir.
  • Gazellerde aşk duyguları, şarap âlemleri, tabiat güzellikleriyle birleşmiş bir şekilde, canlı ve akıcı bir üslûpla dile getirilir.
  • Gazelin ilk beyitine matla, son beyitine makta adı verilir.
  • Matla beyitinden sonra gelen beyite hüsn-i matla, makta beyiti'nden bir önceki beyite ise hüsn-i makta denir.
  • En güzel beyitine beyt'ül gazel, beyitleri arasında konu birliği bulunan gazellere yek-ahenk gazel, her beyiti aynı mükemmellikte söylenmiş olan gazellere ise yek-avaz gazel denir.
  • Mısra sonlarındaki kafiyelerden aynı olarak mısra içlerinde de kafiye bulunan gazellere musammat gazel adı verilir.
  • Değişik konularda yazılmış olmakla beraber, gazeller genellikle birer aşk şiirleridir.
  • Divan edebiyatının en yaygın kullanılan nazım biçimidir.
  • Önceleri Arap edebiyatında kasidenin tegazzül adı verilen bir bölümü iken sonra ayrı bir biçim halinde gelişmiştir.
  • Gazelin beyit sayısı 5–15 arasında değişir. Daha fazla beyitten olaşan gazellere müyezzel ya da mutavvel gazel denilir.

KASİDE
  • Daha çok din ve devlet büyüklerini övmek amacıyla yazılan şiirlerdir.
  • Kaside 6 bölümden oluşur:  Birinci bölüm 15-20 beyitliktir. Bu ilk bölüme, âşıkane duygular yer alıyorsa "nesib", bahar, tabiat, bayram gibi konulara değiniliyorsa "teşbib" adı verilir.
    İkinci bölüm
    girizgâh ya da girizdir. Genellikle tek beyitten oluşur ve burada şair medhiyeye (övgüye) geçeceğini bildirir. Girizgah konuya uygun ve nükteli olmalıdır. Üçüncü bölüm medhiyedir. Bu bölümde asıl konu anlatılır. Beyit sayısı konuya ve şaire göre değişen medhiye bölümü kasidenin en sanatlı beyitlerini içerir. Kasidenin dördüncü bölümü tegazzüldür. Tegazzül, 5-12 beyit arasında değişir. Kasidenin başında ya da sonunda yer alabilir. Bu bölüm her kasidede bulunmayabilir. Beşinci bölüm fahriyedir. Şair bu bölümde de kendisini över. Kasidenin son bölümü duadır. Bu bölümde önceki beyitlerde övgüsü yapılan kişi için dua edilir.
  • Kasideler, nesib bölümünde ele alınan konuya göre göre kaside-i bahariyye, kaside-i ramazaniyye, kaside-i hammamiyye olarak adlandırılır. Uyaklarına göre r harfi ile bitiyorsa kaside-i raiyye, l harfiyle bitiyorsa kaside-i lamiyye, m harfiyle bitiyorsa kaside-i mimiyye diye anlandırılır.
  • Rediflerine göre de, tevhid, münacaat, methiye diye bölümlenir. Kasidenin en güzel beyiti "beyt-ül kaside"dir.
  • Şairin adının geçtiği beyite ise "taç beyit" denir.
  • Diğer şekil özellikleri gazele benzer.



3. Metin - Rubailer
l.Rubai
Ahval-i cihânı her zaman söyleşelim
Ammâ gam-ı aşkımız nihan söyleşelim
Ey vâkıf-ı râz-ı aşk olan ârif-i cân
Ney gibi seninle bî-zeban söyleşelim
Azmizâde Hâletî
Günümüz Türkçesiyle
Dünya hâllerini her zaman konuşalım Fakat aşkımızın kederini gizli konuşalım Ey aşk sırlarını bilen gönül bilgini Ney gibi seninle dilsiz konuşalım
2. Rubai
Geldikçe hayâl-i yâr pür cûş olurum
İrdükçe peyâmı ser-be-ser gûş olurum
Nâ-gâh görinse sâye-i divârı
Çün merdüm-i sâyedür bîhûş olurum
Azmizâde Hâletî
Günümüz Türkçesiyle
Sevgilinin hayali belirdikçe coşarım Haberi geldikçe baştan başa kulak olurum Birden bire duvarının gölgesi görünse İnsanın cansız gölgesi gibi kendimden geçerim
3. Rubai
Ey dil hele âlemde bir âdem yoğ imiş
Var ise de ehl-i dile mahrem yoğ imiş
Gam çekme hakîkatte eğer ârif isen
Farz eyle ki el'ân yine âlem yoğ imiş
Nefî
Günümüz Türkçesiyle
Ey gönül şu dünyada bir insan yok imiş  Varsa da gönül ehline gizli yok imiş Eğer gerçekten bilgili isen üzüntü çekme Farz et ki şimdi dünya yine yok imiş.
4. Rubai
Esrârını dil zaman zaman söyler imiş
Hengâme-i gamda dâstan söyler imiş
Işk ehli olub da mihnet-i hicrâne
Ben sabr iderin diyen yalan söyler imiş
Azmizâde Hâletî
Günümüz Türkçesiyle
Gönül gizliliklerini zaman zaman söylermiş Acıya düştüğü dönemde destan söylermiş Sevgiye kapılıp da ayrılık acısına Ben katlanırım diyen yalan söylermiş

21. Etkinlik

Okunan rubailerin yapısını belirleyerek aşağıya yazınız.
a.    Şiirin birim değerini ve sayısını aşağıya yazınız.
b.    Şiirin bütününde ve birimlerinde ne anlatıldığını kısaca yazınız. Birimler arasındaki ilişkiyi
tartışınız. Sonuçları yazılı olarak ifade ediniz.
c.    Dörtlükten bir veya iki dize attığımızda rubainin anlamı değişiyor mu? Sözlü olarak ifade ediniz.
Evet değişiyor. Anlam dört dize tamamlanmıştır.
d.    Yapı özelliklerini belirlediğiniz şiire ne ad verildiğini söyleyiniz.
Bu şiirler yapı özelliklerine göre rubaidir.
e.    Şiirde dile getirilen duygunun anlatıldığı günümüz şiirlerinden hatırladıklarınızı okuyunuz.
Birimlerde anlatılanlar
Birim değeri: dörtlük                                     Birim  sayısı: 1
1.Rubai
Şiirde anlatılan (tema)
Aşkın insandaki halleri üzerinde durulmuştur.
Aşk
2.Rubai
Şiirde anlatılan (tema)
Sevgili ve çağrıştırdıkları üzerinde durulmuştur.
Aşk
3.Rubai
Şiirde anlatılan (tema)
Gönül ehli insanları durumu anlatılmıştır.
Düşünce
4.Rubai
Şiirde anlatılan (tema)
Sevgili ve ayrılık acısı üzerinde durulmuştur.
Ayrılık


22. Etkinlik
Rubailerin ahenk özelliklerini bularak aşağıdaki şablona yazınız.

KAFİYE-REDİF
ÖLÇÜ
1
“söyleşelim”ler redif
“an”lar tam kafiye
ARUZ
SES-SÖYLEYİŞ
Aruz ölçüsüyle dörtlükler halinde söylenmiştir. Her kelime aruz kalıbına uygun seslerden seçilmiştir.
2
“olurum”lar redif
“ûş”lar zengin kafiye
Aruz ölçüsüyle dörtlükler halinde söylenmiştir. Her kelime aruz kalıbına uygun seslerden seçilmiştir.
3
“yoğ imiş”ler redif
“em”ler tam kafiye
Aruz ölçüsüyle dörtlükler halinde söylenmiştir. Her kelime aruz kalıbına uygun seslerden seçilmiştir.
4
“söyler imiş”ler redif
“an”lar tam kafiye
Aruz ölçüsüyle dörtlükler halinde söylenmiştir. Her kelime aruz kalıbına uygun seslerden seçilmiştir.


23.  Etkinlik
a) Şiirde kendi anlamı dışında kullanılan kelimeleri belirleyiniz. Aşağıdaki şablona yazınız

Kendi anlamı dışında kullanılan kelimeler
Kelimelerin gerçek anlamı
Kelimelerin şiirdeki anlamı
Gönül
Ney
Kalp
Müzik aleti
İnsan gibi bir canlı varlık
İnsan gibi bir canlı varlık

b) Kendi anlamları dışında kullanılan kelimelerin şiiri nasıl etkilediğini belirtiniz.
Şiir çok anlamlı bir metin türü olduğu için şiirde kendi anlamı dışında kullanılan kelimeler şiirin çok anlamlı olmasına yardımcı oluyor. Bu yüzden şiirlerde kelimelerin kendi anlamları dışında kullanılması şiirin çağrışım gücünü arttırmaktadır.
24. Etkinlik
İncelediğiniz şiirde divan şiirinde kullanılan ortak imgelerden hangileri vardır? Bu imgeler nasıl kullanılmıştır, yazınız.
Şiirdeki imgeler
İmgelerin nasıl kullanıldığı
Gönülün bir insan gibi hayal edilmesi
Neyin sessiz konuşan bir insan gibi hayal edilmesi
İmgeler şiirde şairin vermek istediği mesajı somutlaştırma yarar. Bu dörtlüklerdeki imgelerde bu amaca hizmet etmiştir.


25. Etkinlik
Şiirdeki edebî sanatları bularak aşağıya yazınız.
Ney gibi:teşbih
Gönül: kapalı istiare-teşhis
Dilsiz konuşma: tezat
Merdüm-i saye:teşbih

26.    Etkinlik
a.    Şiirde anlatılanların yaşanabilirliğini tartışınız. Sonuçları tahtaya sıralayınız.
Şiirde şairler kendi iç derinliklerinde duyguları dile getirmişlerdir. Bu duyguları yaşayanlar için dörtlüklerde söylenenlerin benzeri yaşanabilir ;ama aynısının yaşanması mümkün değildir.
b.    Şiirde gözlem yapılmış mıdır? Sözlü olarak ifade ediniz.
Gözlem yapılmıştır. Metindeki benzetmeler bu gözlemin sonucudur.

27.    Etkinlik
Şiiri, birimleri oluşturan düşünceleri de göz önünde bulundurarak yorumlayınız. Düşüncelerinizi sözlü olarak ifade ediniz.

28.    Etkinlik
Rubailerin size hissettirdiklerini ve şiirler hakkındaki yorumlarınızı aşağıdaki metin kutusuna yazınız.
Hissettiklerim
29.    Etkinlik (Okul dışı etkinlik)
Azmizâde Hâleti'nin hayatı ve edebî kişiliği hakkında çıkarımlar yaparak eserle şair arasındaki ilişkiyi belirleyiniz. Sonuçları sözlü olarak ifade ediniz.
İstanbulludur. 16.yüzyıl âlimlerinden Pir Muhammed Azmi Efendi’nin oğludur. 1570 yılında İstanbul’da doğmuştur. Babasının mesleğini takip ederek medrese eğitimi almış, Hoca Sadettin Efendi’den dersler almış, 21 yaşında müderris olmuştur.
Haleti, gazel ve kasidelerinden çok rubaileriyle tanınmış bir şairdir. 17. Asırdan itibaren şiir kitaplarında Haletinin rabilerine rastlanır. Haleti İslami tasavvuf düşüncesini, Türk şairleri içerinde hemen hemen hiçbir kimsenin muvaffak olamadığı bir maharetle rubailer ile ifade etmiştir.
Şairliği yanında devrinin tanınmış âlimlerinden biri olarak da şöhret bulan Haleti’nin öldüğü zaman 3-4 bin cilt kitap bıraktığı bildirilmiştir.

30.    Etkinlik
Rubailerden hareketle Azmizâde Hâleti'nin edebî ve fikrî yönüyle ilgili çıkarımlarınızı aşağıdaki kavram haritasına yazınız.
Âlim ve bilgindir.
Rubaileriyle tanınmıştır.
Tasavvuf düşüncesini rubailerinde çok iyi işlemiştir.
Birçok eser yazmıştır.
Ömer Hayyam gibi rubailer yazdığı için “Hayyam-ı Rum” lakabıyla tanınmıştır.
Şiirlerinde aruz ölçüsünü kullanmıştır.
Divan şiirine yeteri kadar hâkimdir.
Devrine göre oturmuş bir dili vardır.




4. Metin - Şarkı

Şarkı
Sevdiğim cânım yolunda hâk ile yeksân olduğum
Îyddir çık nâz ile seyrâna kurbân olduğum
Ey benim aşkında bülbül gibi nâlân olduğum
Îyddir çık nâz ile seyrâna kurbân olduğum

Cümle yâran sana uşşâk olduğun bilmez misin
Cümlenin tâkatleri tâk olduğun bilmez misin
Şimdi âlem sana müştâk olduğun bilmez misin
Îyddir çık nâz ile seyrâna kurbân olduğum

Gâhi Feyz-âbâda doğru azmedüp eyle safâ
Âsaf-âbâda gelüp gâhî salın ey meh-likâ
Gel hele gör sahn-ı Sa'dâbâda hiç olmaz behâ
Îyddir çık nâz ile seyrâna kurbân olduğum

Kaplatup gül penbe şâlı ferve-i semmûruna
Ol siyeh zülfü döküp ol sine-i billuruna
Itr-ı şâhiler sürüp ol gerden-i kâfuruna
Îyddir çık nâz ile seyrâna kurbân olduğum
Sen açıl gül gibi zâr ile hezâr olsun Nedîm
Bend bend olsun hâm-ı zülfün şikâr olsun
Nedîm Sen salın cânâ yolunda hâksâr olsun
Nedîm Îyddir çık nâz ile seyrâna kurbân olduğum
Nedîm
Günümüz Türkçesiyle
  1. dörtlük: Sevdiğim, canım yolunda toprakla bir olduğum! Kurban olduğum, bayramdır, nazla gezmeye çık! Ey aşkı uğrunda bülbül gibi ağlayıp feryat ettiğim! Kurban olduğum, bayramdır, nazlı nazlı gezin, dolaş!
  2. dörtlük: Bütün dostların sana âşık olduğunu bilmez misin? Hepsinin artık tahammülleri kalmadığını bilmez misin? Şimdi herkesin seni özlediğini bilmez misin? Kurban olduğum, bayramdır, nazla gezmeye çık!
  3. dörtlük: Bazen Feyzâbâda doğru gidip eğlen, bazen de -ey ay yüzlü!- Âsafâbâda gelerek salın, yürü. Hele gel de Sâdâbâd meydanının paha biçilmez güzelliğini gör. Kurban olduğum, bayramdır, nazla gezmeye çık!
  4. dörtlük: Gül pembe şalı samur kürküne kaplatarak o siyah zülfü billur göğsüne dökerek ve o bembeyaz gerdanına ıtrışahiler sürerek gezmeye çık, -kurban olduğum!- bayramdır.
  5. dörtlük: Sen gül gibi açıl da Nedîm ağlayarak bülbül olsun. Zülfünün kıvrımları düğüm düğüm olsun da Nedîm onlara tutulsun, avlansın. Ey sevgili! Sen salın da Nedîm ayağının altına serilsin. Kurban olduğum, bayramdır, nazla gezinmeye çık!

31. Etkinlik

Şiirin yapısını belirleyerek aşağıya yazınız.
a.    Şiirin birim değerini ve sayısını aşağıya yazınız.
b.    Şiirin bütününde ve birimlerinde ne anlatıldığını kısaca yazınız. Birimler arasındaki ilişkiyi
tartışınız. Sonuçları yazılı olarak ifade ediniz.
c.    Şiirden bir veya iki birim attığımızda şarkının anlamı değişiyor mu? Sözlü olarak ifade ediniz.
d.    Yapı özelliklerini belirlediğiniz şiire ne ad verildiğini şiirin başlık bölümüne yazınız.
e.    Şiirde dile getirilen duygunun anlatıldığı günümüz şiirlerinden hatırladıklarınızı okuyunuz.
Birimlerde anlatılanlar
Birim değeri: dörtlük                     birim sayısı: 5
Şarkı
Birimler arası ilişki
Şairin sevdiğine duyduğu hisler dile getirilmiş.
Birimler arasında tema olarak bir anlam bağı var; fakat anlam her dörtlükte tamamlanmıştır. Dörtlüklerin yerlerini değiştirsek veya bir dörtlüğü çıkarsak şiirin anlamında herhangi bir değişiklik olmuyor.
Sevgiliye başkalarının bakışı anlatılmış
Sevgilinin nerelerde eğlenmesi gerektiği anlatılmış
Şiirin teması
Sevgilinin sanıl gezmeye çıkması gerektiği anlatılmıştır.
Mecaz-i aşk
Sevgiliye karşı Nedim’in istekleri dile getirilmiş.


32. Etkinlik
Şarkının ahenk özelliklerini bularak aşağıdaki şablona yazınız.

KAFİYE-REDİF
ÖLÇÜ
“olduğum”lar  redif
“ân”lar zengin kafiye

“olduğun bilmez misin”ler redif
“âk”lar zengin kafiye

“â”lar tam kafiye

“una”lar redif
“ûr”lar zengin kafiye

“olsun Nedim”ler redif
“âr”lar zengin kafiye
Aruz ölçüsü
SES-SÖYLEYİŞ

Aruz ölçüsüyle dörtlükler halinde söylenmiştir. Her kelime aruz kalıbına uygun seslerden seçilmiştir.

33. Etkinlik
a) Şiirde kendi anlamı dışında kullanılan kelimeleri belirleyiniz. Aşağıdaki şablona yazınız

Kendi anlamı dışında kullanılan kelimeler
Kelimelerin gerçek anlamı
Kelimelerin şiirdeki anlamı
bülbül
ay
kuş
gök cismi
Güzel sesli aşık
Sevgilinin yüzü

b) Kendi anlamları dışında kullanılan kelimelerin şiiri nasıl etkilediğini belirtiniz.
Şiir çok anlamlı bir metin türü olduğu için şiirde kendi anlamı dışında kullanılan kelimeler şiirin çok anlamlı olmasına yardımcı oluyor. Bu yüzden şiirlerde kelimelerin kendi anlamları dışında kullanılması şiirin çağrışım gücünü arttırmaktadır.
34. Etkinlik
İncelediğiniz şiirde divan şiirinde kullanılan ortak imgelerden hangileri vardır? Bu imgeler nasıl kullanılmıştır, yazınız.
Şiirdeki imgeler
İmgelerin nasıl kullanıldığı
Bülbül gibi inleyip feryad etme
Salınarak yürümek
Gül gibi açılmak
İmgeler şiirde şairin vermek istediği mesajı somutlaştırma yarar. Bu dörtlüklerdeki imgelerde bu amaca hizmet etmiştir.


35. Etkinlik
Şiirdeki edebî sanatları bularak aşağıya yazınız.
Ey benim aşkında bülbül gibi nâlân olduğum
Nida-teşbih
Cümle yâran sana uşşâk olduğun bilmez misin
İstifham
Şimdi âlem sana müştâk olduğun bilmez misin
Mübalağa
Âsaf-âbâda gelüp gâhî salın ey meh-likâ
Nida-teşbih
Ol siyeh zülfü döküp ol sine-i billuruna
Teşbih
Sen açıl gül gibi zâr ile hezâr olsun Nedîm
Teşbih
….
36.    Etkinlik
a.    Şiirde anlatılanların yaşanabilirliğini tartışınız. Sonuçları defterinize yazınız.
Şiirde şairler kendi iç derinliklerinde duyguları dile getirmişlerdir. Bu duyguları yaşayanlar için dörtlüklerde söylenenlerin benzeri yaşanabilir; ama aynısının yaşanması mümkün değildir.
b.    Şiirde gözlem yapılmış mıdır? Sözlü olarak ifade ediniz.
Gözlem yapılmıştır. Metindeki benzetmeler bu gözlemin sonucudur.

37. Etkinlik
Şiiri, birimleri oluşturan düşünceleri de göz önünde bulundurarak yorumlayınız. Düşüncelerinizi sözlü olarak ifade ediniz.
Şiir bir aşığın sevgilisinden beklentilerini dile getirmektedir. Bu doğrultuda herkesin sevdiğini görmesini istiyor, herkesin dolaştığı seyir yerlerine sevdiğinin gelmesini istiyor. Şiir bu yönleriyle duygunun ve gözlemlerin birleştiği bir metin haline gelmiştir.
38. Etkinlik
Şarkının sizde uyandırdığı hisleri aşağıdaki metin kutusuna yazınız.
Hissettiklerim
39.    Etkinlik (Okul dışı etkinlik)
Nedim'in hayatı ve edebî kişiliği hakkında çıkarımlar yaparak eserle şair arasındaki ilişkiyi belirleyiniz. Sonuçları sözlü olarak ifade ediniz.
NEDİM
  • Merzifonlu Mehmet Efendi'nin oğlu olan Nedim (asıl adı Ahmet), 18. yüzyıl divan şairlerindendir.
  • 1681 yılında İstanbul'da doğmuştur.
  • Medrese eğitimine daha küçük yaşlarda başlamış, Arapça öğrenmiş, müderrislik ve mahkeme naipliği yapmıştır.
  • Şiirlerini çok seven Nevşehirli Damat İbrahim Paşa'nın sayesinde Sultan III. Ahmet'in de bulunduğu toplantılara katılmış ve sultanın beğenisini celp etmiştir.
  • Ölümü hakkında ise çeşitli iddialar vardır ki bunlar arasından gerçeğe en yakın olanı Patrona Halil İsyanı sırasında bir evin damından düşerek öldüğüdür(1730).
  • Lâle Devri şairi olan Nedim, neşeli şarkılar ve gazeller kaleme almış, eserlerinde sık sık aşk, şarap ve zevk mefhumlarını işlemiştir.  
  • Divan edebiyatındaki soyut sevgili ve mekânlar Nedim'in şiirlerinde somuta dönüşür.
  • Zevk, eğlence, içki şiirlerinin temelini oluşturmuştur.
  • Soğuk ve yapmacı anlatımdan kaçınmış, anlatmak istediklerini içten bir şekilde şiirlerine dökmüştür. Bunları da daha çok gazelleriyle anlatmıştır.
  • Büyük şair, divan şiirinin katı kurallarına herkes gibi uysa da, bazı yenilikler yapmaktan geri durmamıştır. Örneğin bazı eserlerinde aruz yerine hece ölçüsü kullanmıştır.
  • Nedim divan şiirinde çığır açmış büyük bir şairdir. Ne var ki onun değeri öldükten çok sonra anlaşılmıştır.
  • Şair ayrıca İstanbul aşkıyla da tanınır. Zaten İstanbul şivesi akımının da öncüsü Nedim'den başkası değildir.
  • Başlıca eseri Nedim Divanı'dır.


40.    Etkinlik
Şarkıdan hareketle Nedim'in edebî ve fikrî yönüyle ilgili çıkarımlarınızı aşağıdaki kavram haritasına yazınız.
  • Divan edebiyatında İstanbul'u belki de en güzel betimleyen şair kendisidir.
  • Şiirlerini kıvrak ve yalın bir dille kaleme almış, aruz kalıplarına bağlı kalmamıştır.
  • Aynı zamanda divan edebiyatına şarkı türünü meşhur eden şâir Nedim'dir.
  • Nedim dinin bazı yasaklarına karşı çıkmış, bu da onu tasavvufî düşüncelerden uzaklaştırmıştır. Nitekim şair de eserlerinde kadın, içki gibi eğlence unsurlarını işlemiştir. Ona göre yaşamanın temel amacı dünya zevklerini tatmak, eğlenmekti.
  • Mahallileşme akımının öncüsüdür.



TÜM CEVAPLAR İÇİN BURAYA TIKLAYINIZ!

0 yorum:

 
 
OrtayiPisletenV1 - Copyrgiht 2013 - Tüm haklarımı annem kaldırdı - Tema Yapımcısı: TanerC.