Okuduklarım : Zülfü Livaneli - Serenad

Bir arkadaşımın tavsiyesi ile merak edip okumaya başlarken bir anda baktım ki sayfa 70lere kadar geldiğim bir kitap... Karakterleri ve kurgusu hayali fakat; kitap içerisinde anlatılan tarihi olayların birebir gerçek olduğu bir roman.

Nedendir bilmiyorum ama kitabın fotoğrafını çektikten sonra, bloga eklemeden önce bilgisayarda biraz oynama yaparak "antika fotoğraf" görüntüsü verdim. :) Kitabı okuyan kişiyi eskilere alıp götürdüğündendir belki diyecem ama; bu sefer de "ulan sanki çok da eskileri görmüş gibi konuşuyursun" gibi bir tepki gelmesinden çekiniyorum. :) Şaka bir yana ama gerçekten de öyle. İnsan bir anda kendini öykünün içinde buluyor. Kitaba kendinizi verince, sanki olayların içindeymişsiniz de her şeye birebir tanık oluyormuşsunuz gibi hissediyorsunuz. Kitabın bendeki etkileri bu yöndeydi diyebilirim.

Daha çok şarkıcı olarak ismini duyduğum Zülfü Livaneli'nin Serenad adlı romanını son derece başarılı bulduğumu söyleyebilirim.

Roman'da 1940 'lı yılların Nazili Almanyası'ndan ve Nazilerden Struma adlı bir gemi ile kaçan Yahudiler'den bahsediliyor. Kısacası kitapta, Struma faciasına değiniliyor desem yanlış olmaz.

Yazar, romanda Struma faciasından bahsederken sıkıcı tarih kitapları tarzında değil, Maya Duran adlı hayali bir karakterin uçak yolculuğu sırasında yazmaya başladığı günlüğü ile roman şekilleniyor ve son derece akıcı bir şekilde devam ediyor. Yani aslında roman, hayali bir karakter olan Maya Duran'ın romanın içinde yazdığı günlüğüdür.

İstanbul Üniversitesi'nin halkla ilişkiler bölümünde çalışan Maya'ya üniversite tarafından, üniversiteye konusma yapmak için gelecek olan 87 yaşındaki Alman profesör Maximillian Wagner'in İstanbul'da kalacağı süre boyunca onunla ilgilenmesi görevi verilir.Roman bundan sonra Maya ve profesör arasında geçen olaylar zinciri ile sürükleyici bir tarih dersine dönüşmeye başlar. Buradan itibaren ise artık yavaş yavaş romanın gelişme bölümü de şekillenmeye başlar.

1941 yılından sonra ilk defa 60 yıl sonra yeniden İstanbul'a gelen Wagner'in, kendisiyle ilgilenmesi için görevlendirilen Maya ile olan başlayan günlük ilişkisi belli bir yerden sonra kendini iki arkadaşın samimiyetine bırakır. Bu samimiyet sonucu olarak da geçmişte yaşadığı acıları Maya ile paylaşan Wagnerin, eşi Nadia ile olan acıklı hikayesini Maya'ya anlatmasıyla roman, bizi bir anda 1941'deki Struma faciasına götürür. Olaylar artık, birbirini çok seven bir çift olan Nadia ve Wagner adlı iki aşığın, ilk önce Naziler yüzünden eşinin trenden atılması daha sonra ise Struma faciası ile eşini tamamen kaybeden Wagner'in acıklı hikayesine dönüşür. Böylece roman buradan sonra gelişme bölümüne tamamen giriş yapmış olur. Maya bir yandan hazırlamakta kitap haline getireceği kitabında, bunları anlatırken diğer yandan günlüğünü yazmaya da devam eder.

1939-1940'lı yıllar Nazilerin, Yahudileri katlettiği dönemlerde Alman profesörü olan genç Maximillian Wagner, okuldaki Nadia adlı, Yahudi kıza aşık olur. Evlenirler. Fakat Nazilerin hakimiyetini giderek arttırdığı ülkede yaşamak, eşi bir Yahudi olan Wagner için çok zor bir hal almaya baslayınca çareyi, İstanbul'a kaçmakta bulurlar ve buradan sonrası için hayat her iki aşık için resmen birer çileye dönüşür.

Roman, iki aşık üzerinden anlatılarak hem tarihi bir belgesel görüntüsü canlandırıyor zihninizde hem de acıklı bir aşk hikayesini konu alıyor diyebilirim aslında. Ayrıca Maya'yı tek başına ele alacak olursak, kocasından ayrı yaşayan ve bir de çocuğuna bakma için evini hem geçindirmek hem de çocuğuna bakmak için oradan oraya koşuşturan bir bayan için ne kadar zor olduğunu da bize göstermektedir. Kitap sadece bir olaya bağlı kalmayıp aslında birden çok şeye değiniyor diyebilirim. Olaylar o kadar güzel ve en ince ayrıntısına kadar tasvir edilmiş ki, okurken o olayları yaşadığımı ve kitabı okuduktan sonra bayağı bir etkilendiğimi söyleyebilirim.

Doğrusunu söylemem gerekirse uzun zamandır ilk defa, bir kitabı böylesine merakla ve büyük bir istekle okudum. Kitap benim açımdan son derece bilgilendirici oldu. Devletler ve insanların ne kadar acımasız olacağı hakkındaki bakış açım genişledi. Ayrıca yıllardır MEB'in hiçbir tarih kitabında bahsetmediği bir tarihi öğrenmiş oldum.

Kitabın arka kapağındaki ufak tanıtımı da buradan paylaşayım :

Her şey, 2001 yılının Şubat ayında soğuk bir gün, İstanbul Üniversitesi'nde halkla ilişkiler görevini yürüten Maya Duran'ın (36) ABD'den gelen Alman asıllı Profesör Maximilian Wagner'i (87) karşılamasıyla başlar.

1930'lu yıllarda İstanbul Üniversitesi'nde hocalık yapmış olan profesörün isteği üzerine, Maya bir gün onu Şile'ye götürür. Böylece, katları yavaş yavaş açılan dokunaklı bir aşk hikâyesine karışmakla kalmaz, dünya tarihine ve kendi ailesine ilişkin birtakım sırları da öğrenir.

Serenad, 60 yıldır süren bir aşkı ele alırken, ister herkesin bildiği Yahudi Soykırımı olsun isterse çok az kimsenin bildiği Mavi Alay, bütün siyasi sorunlarda asıl harcananın, gürültüye gidenin hep insan olduğu gerçeğini de göz önüne seriyor.

Okurunu sımsıkı kavrayan Serenad'da Zülfü Livaneli'nin romancılığının en temel niteliklerinden biri yine başrolde: İç içe geçmiş, kaynaşmış kişisel ve toplumsal tarihlerin kusursuz Dengesi.

0 yorum:

 
 
OrtayiPisletenV1 - Copyrgiht 2013 - Tüm haklarımı annem kaldırdı - Tema Yapımcısı: TanerC.